25 Mayıs 2013 Cumartesi

27 Mayıs’ın İnkılâp Mahkemeleri!..:

27 Mayıs’ın İnkılâp Mahkemeleri niçin faaliyete geçmedi?
Cemil KOÇAK, 
DÜZCE YEREL HABER - 25.05.2013
İstiklâl Mahkemeleri’ni ya da Yassıada yargılamalarını hemen herkes biliyor da, çok daha yakın bir tarihte faaliyete geçmesi gündeme gelen gezici İnkılâp Mahkemeleri’ni nedense hatırlayanımız az.
27 Mayıs, Yassıada mahkemesiyle hatırlanır oldu; ama bir de İnkılâp Mahkemeleri kurulmuştu. Hayli tartışılmıştı da. Evet, yeni bir “özel mahkeme” daha olacaktı; ama en sonunda hükûmet kurulmuş olmasına rağmen faaliyet göstermemesinin daha uygun olacağı görüşüne vardı.
Mahkemelerin idam yetkisi
Yasaya göre, hükûmetin gerekli görmesi halinde, Millî Birlik Komitesi’nce (MBK) yeteri kadar sabit veya gezici İnkılâp Mahkemeleri kurulacaktı. Mahkemelerin görev yerleri MBK tarafından saptanacaktı. Mahkemelerin hâkim ve savcıları, hükûmetin bir misli fazlasıyla göstereceği adaylar arasından MBK tarafından seçilecekti. Mahkemelerin görevleri arasında; Devlet Başkanı’nın veya MBK üyelerinin veya bakanların şahıslarına karşı her ne suretle olursa olsun kavlen veya fiilen tecavüz edenleri ve millî inkılâp hareketine ve esaslarına karşı ve bunlara zarar verebilecek şekilde, her ne suretle olursa olsun propaganda yapanları, telkinde bulunanları, haber yayanları, nakledenleri veya herhangi bir faaliyette bulunanları yargılamak da vardı. Yasa, beş yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası öngörüyordu. “Vahim hâllerde ölüm cezası” verilecekti. Tutuklama kararı onaya bağlı değildi. Mahkemelerin kararları kesindi. Savcıların görevle ilgili verdiği emirleri yerine getirmeyenler beş yıla kadar ağır hapis cezası ile karşılaşacaklardı. Eğer mahkemelerin kurulmasına MBK tarafından karar verilirse, kaldırılmaları da yine MBK kararı ile olacaktı.
Cemal Gürsel’in tavrı
18 Ağustos 1960 tarihli 62 sayılı yasayla kurulması öngörülen mahkemeler için yasaya göre gerekli işlemler yapılmadığından, mahkemeler faaliyete geçememişti. Hükûmet toplantısında da mahkemelerin faaliyete geçmesine henüz gerek olmadığına dikkat çekiliyordu. Yasaya göre, mahkemelerin faaliyete geçmesi hükûmetin kararına bağlıydı. Diğer yandan, MBK mahkemelerin faaliyete geçmesinden yanaydı. Başbakan Cemal Gürsel de aynı görüşteydi. Mahkemelerin faaliyete geçebilmesi için hükûmetin karar alamadığını belirtmeliyim.
‘Kürtleri de yargılayabilmeli’
Hükûmetin bir başka toplantısında aynı konu yeniden gündeme geldiğinde, Başbakan görüşünü yineleyecektir: Sivas’ta kurulan mahkeme süreci sürüncemede kalmıştı ve işler yürümüyordu. Bu nedenle özel mahkemelere ihtiyaç vardı. Hatta Başbakana göre, yasa makabline şâmil (geçmişe yönelik) olmalıydı. Mahkemeler kendi alanlarına giren ve yasanın kabulünden önceki olaylara da bakabilmeliydi. Mahkemeler Kürt aktivistleri de yargılayabilmeliydi. Sivas’ta da faaliyet göstermeliydi ve her türlü siyasî mahiyeti olan konular, mahkemelerin görev alanı içine girmeliydi.
Hükûmet müdahale ediyor
Bir başka hükûmet toplantısında da konu yeniden ele alınmıştı. Hükûmetin askerî kanadından İçişleri Bakanı Tümgeneral Muharrem İhsan Kızıloğlu, Kurucu Meclis’in de açılmasından hemen sonra bu mahkemelerin faaliyete geçmesinin anti-demokratik olacağından söz etmiş ve artık bu türlü yollara tevessül edilmesinin yanlış olduğunu belirtmişti. İçişleri Bakanı’na göre, zaten mahkemelerin faaliyete geçmesini gerektirecek önemli bir gelişme de yoktu. Ona göre, demokrasi önde geliyordu ve demokrasiye geçmek çok önemliydi. Bakanın yaptığı açıklamaya göre, yedi sekiz ay içinde toplam yalnızca 2.500 kişisel olay olmuştu. 53 kişi, Atatürk’ün büstlerini kırmıştı. Bakan yasanın artık yürürlükten kaldırılmasından yanaydı.
Eleştiri suç sayılmamalı
Sanayi Bakanı Şahap Kocatopçu’ya göre de, yasa anti-demokratikti. Bakan yasada yazılı olan ve suç telâkki edilen eylemlerin ne zaman suç olabileceğini soruyordu.  Şahısları ve makamı sert ve şiddetli eleştirmek, suç olmamalıydı. İnkılâp tehdit altında olmadığından, buna gerek yoktu. İnkılâp Mahkemeleri’ne ihtiyaç kalmamıştı. Bakan,  yasanın artık kaldırılmasından yanaydı. Ona göre, bu yasayı hâli hazırda  uygulamak artık olanaksızdı. Demokrasi yeniden gelişiyordu ve serbestlik esas olmalıydı. Tutuklamalar da kaldırılmalıydı.
İstiklâl Mahkemeleri gibi
Burada tıpkı İstiklâl Mahkemeleri’nin konumuna benzer bir yön görüyoruz. İstiklâl Mahkemeleri de yasayla kurulmuştu. Fakat faaliyete geçmeleri ancak Meclis’in kararına bağlıydı. İnkılâp Mahkemeleri’nde bu kez karar merci hükûmetti. Fakat onun önerisinin de MBK tarafından onaylanması gerekiyordu. Hükûmet önermediği için MBK mahkemeleri faaliyete geçirme imkânından yoksundu. Bir görüşe göre de, yasayı olduğu gibi bırakmak, ancak uygulamamak ve daha sonra da ilk fırsatta kaldırmak gerekirdi. Ahmet Tahtakılıç da aynı fikirdeydi; 27 Mayıs karşıtlığını yasada suç olarak tanımlamamak gerekirdi.
Kim, nerede yargılanacak?
Hükûmette bu konunun gündeme gelmesinin asıl nedeni, hâlen gözetim altında ve tutuklu bulunan sanıkların, mevcut yasaya göre mi yargılanacakları sorusuna aranan yanıttı.  Bu kişilerin hukukî durumu belli değildi. Yasanın yürürlükte olup olmadığı dahi hükûmet üyeleri arasında tartışma hâlindeydi. Kimisine göre, mahkemeler faaliyete geçmediğinden yasa yok hükmünde sayılırdı. O hâlde, yasanın yayınından itibaren işlenen suçlar, yasa kapsamında değerlendirilemezdi. Ancak mahkemeler faaliyete geçerse, yasanın yürürlükte olduğunu söylemek mümkün olurdu. Mahkemeler faaliyete geçtikten sonradır ki, yasa uygulanabilir ve yürürlükte sayılırdı. Bu, tedbir olsun diye düşünülmüş olan bir yasaydı. Kimisine göre de, yasa geçerliydi; fakat uygulamaya konulmamıştı. Askerî hâkimler bile yasanın geçerli olup olmadığını soruyorlardı.
Mahkemelerin faaliyetine izin verilmiyor
Bir görüşe göre de, mahkemelerin faaliyete geçmeden yasanın suç olarak tanımladığı eylemlerin suç sayılabilmesi mümkün değildi. Aynı şekilde bu suçları soruşturmak da mümkün değildi. İlgili yasada saptanmış olan suçları sadece İnkılâp Mahkemeleri soruşturabilirdi. Ancak onlar da faaliyete geçmedikleri için soruşturma yapılamazdı. Demek ki, yasada suç olarak tanımlanmış olan eylemler, hâli hazırda suç olarak kabul edilemezdi. Sanıklar, olağan mahkemelerde yargılanmalıydı.
Maliye Bakanı’na sorulacak olursa, yasanın da kaldırılması gerekirdi. Ekonomi de bundan olumlu etkilenirdi. Bakana göre, İnkılâp Mahkemeleri’nin faaliyete geçmesi konusunun hükûmette görüşüldüğünün kamuoyunda duyulması dahi çok sakıncalıydı. Eğer yasa kaldırılamıyorsa, bu takdirde yasanın yürürlükte olmadığını ilân etmek gerekirdi. Tutuklular da olağan mahkemelerde yargılanmalıydı. Ahmet Tahtakılıç ise, yasa uygulansa 300 ilâ 400 kişinin asılacağını öngörüyordu. Başbakan da MBK ile teması önermişti. Kemal Kurdaş da, MBK onay vermeden yasanın kaldırılmasından yana değildi.
Öneriyi MBK yapsın
Bir görüşe göre, yasanın kaldırılmasına yönelik öneri MBK’dan gelmeliydi. MBK, hükûmete hiç bilgi vermeden ve ona danışmadan yasayı kabul etmişti. Bu aşamada hükûmet, MBK’ya danışmadan ve ona bilgi vermeden yasayı kaldırırsa, bu durum, hükûmet ile MBK arasında çatışma olduğu yolunda izlenim yaratır ve dışarıdan bakıldığında da iyi görünmezdi. Hükûmet, MBK’nın kararına mukabelede bulunmamalıydı. Hükûmet, MBK karşısında yalnızca yasanın kaldırılmasından yana olduğunu belirtmeliydi. MBK nezdinde yasanın kaldırılmasından yana tavır almalı ve kaldırılması için gayret sarf etmeliydi. Fakat acele ile teenniyi birleştirerek şekilde bir adım atılmalıydı.
Başbakan da, MBK ile temas kurulmasını isteyecektir.
İlgili bakanlar, hükûmetin mahkemelere ilişkin eğilimini MBK’ya aktaracaklar ve temaslarının sonucunu yeniden hükûmetin gündemine getireceklerdi. MBK’nın da bu konudaki görüşünün öğrenilmesine çalışılacaktı. Adalet Bakanı, önce MBK’yi ikna etmeli ve ardından MBK’nın ikna olmasından sonra konuyu yeniden hükûmete getirmeliydi. Sorun askıda kalmıştı!
ABD’den her gün 40-50 telefon geliyordu 
Maliye Bakanı Kemâl Kurdaş, bir ara ihtilâl sonrasında kafaların karıştığından söz ediyor, fakat MBK içindeki 14’lerin tasfiyesinden sonra artık yeni bir havanın oluştuğuna dikkat çekiyordu. Kendisi bakan olduğu gün 60 kişi tutuklanmış ve bunun ABD üzerindeki tesiri kendisini ürkütmüştü. Çünkü tepki çok menfîydi. ABD’deki tanıdık zevattan ve ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan kendisine 40 - 50 telefon gelmişti. Bakana göre, alınacak her kararın yurt dışı bağlantıları açısından önemi vardı ve buna çok dikkat etmek lâzımdı.
***
27 MAYIS VE İNKILÂP MAHKEMELERİ
Av İsmail Küçükkılınç
27 Mayıs 1960 darbesinin ertesinde kurulan İnkılâp Mahkemeleri her ne kadar tatbik imkânı bulamamışsa da İstiklal Mahkemeleri tipinde olağanüstü bir mahkemeydi. Milli Birlik Komitesi’nin kendini “anayasa koyucu” addedip çıkardığı 12.6.1960 tarihli 1 numaralı kanun olan “1924 Tarih ve 491 Sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun Bazı Hükümlerinin Kaldırılması ve Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanun”un 6. maddesinde “Sakıt Reisicumhur ile Başvekil ve Vekilleri ve eski iktidar mebuslarını ve bunların suçlarına iştirak edenleri yargılamak üzere bir ‘Yüksek Adalet Divanı’kurulur” denilerek Yüksek Adalet Mahkemesi’nin kurulacağı ifade edilmişse de, gerek bu kanunda ve gerekse de sair anayasal nitelikli düzenlemelerde başkaca herhangi bir olağanüstü mahkeme kurulacağına dair bir atıfta bulunulmamıştı. 
Ancak Cemal Gürsel’in darbenin belli bir gruba yapılmadığı ve kardeş kavgasına son verilmesi için bu eyleme girişildiği beyanının toplumda makes bulmaması, bazı CHP’lilerin azgınlığı ve Demokrat Partililere reva görülen muamelelerin toplumsal tepkiye yol açacağı endişesiyle ve hassaten Demokrat Parti mensuplarının yargılanması için münasip görülen Yassıada’nın hacminin de dikkate alınmasıyla, 3 sayılı kanunla kurulan, 54 ve 56 sayılı kanunlarla tadil edilen Yüksek Adalet Divanının Muhakeme Usulüne Ait Geçici Kanun hükümlerinden daha ağır olan 62 sayılı ve 18.8.1960 tarihli İnkılâp Mahkemeleri Hakkında Kanun çıkarılmıştır.
İnkılâp Mahkemeleri Hakkında Kanun’un hükümlerine göre bu mahkemelerin kelimenin tam anlamıyla İstiklal Mahkemeleri niteliğinde olduğu söylenebilir.
Kanunun 1. maddesine göre bu mahkemeler, İstiklal Mahkemelerinde olduğu gibi yeteri kadar sabit ve gezici mahkemelerden teşekkül edecektir.
Kanunun 2. maddesinde mahkemelerin bir başkan ile iki üye ve bir savcıdan teşekkül edeceği hüküm altına alınmıştır. Bilindiği üzere İstiklal Mahkemelerinin üye yapısı da bu şekildedir. Ankara İstiklal Mahkemesi Kel Ali (reis), Kılıç Ali (üye, ilk kuruluşta reisti), Reşit Galip (üye) ve Necip Ali (savcı)’den müteşekkildi.
Kanunun 3. maddesinde İnkılâp mahkemelerinin görevleri tadat edilmiştir. Buna göre İnkılâp Mahkemeleri, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan devletin şahsiyetine karşı suçları; yani devletin arsıulusal şahsiyetine karşı suçları, devlet kuvvetleri aleyhine işlenen suçları, bu kapsamda teşekkül halinde işlenen suçları; suç işlemeye tahrik, korku ve panik yaratma amacıyla tehdit suçlarını, cürüm işlemek için teşekkül meydana getirme suçlarını işleyenleri; ayrıca Devlet Başkanının veya Türkiye Cumhuriyeti Milli Birlik Komitesi üyelerinin veya Bakanların şahıslarına karşı her ne suretle olursa olsun kavlen (sözle) veya fiilen tecavüz edenleri; bu sayılanlar haricinde, Millî İnkılâp hareketine ve esaslarına karşı ve bunlara zarar verebilecek şekilde her ne surette olursa olsun propaganda yapanları veya telkinde bulunanları veya haber yayanları veya nakledenleri veya herhangi bir faaliyette bulunanları yargılayacaktır. Yine aynı madde hükmüne göre bu kanunun tatbikinde sıfat ve memuriyetler nazara alınmayacaktır.
Kanunun 4. maddesinde işlenen suçların cezası tayin edilmiştir. Buna göre bu suçları işleyenler, fiil teşebbüs halinde kalsa dahi 5 yıldan 15 yıla kadar ağır hapis cezasına çarptırılacaktır. 4. maddenin 2. fıkrasındaki hüküm ibretliktir ve İstiklal Mahkemelerinden esinlenmiştir. Bu fıkraya göre “vahim hallerde ölüm cezası hükmolunur”. Ayrıca bu suçların Türk Ceza Kanunu’nda tayin edilmiş cezası daha ağırsa o hükümler tatbik edilecektir.
Kanunun usul hükümleri faslının 5. maddesinde İnkılâp Mahkemelerince, 3005 sayılı kanun, yani suçüstü hükümleri uygulanacaktır. 
Kanunun 6. maddesi de yine İstiklal Mahkemelerinden mülhemdir. Bu maddeye göre savcı, tahkikatın icrası ve ikmali zımnında sorgu hâkiminin tüm yetkilerine sahiptir. Tevkif (tutuklama) ve tahliye kararları tasdike tabi değildir. Tevkif kararlarına karşı vuku bulacak itirazları başkan karara bağlar ve bu karar kesindir. Ancak sadece savcının takipsizlik kararı mensup olduğu mahkeme başkanının tasdiki ile tekemmül eder.
Kanunun 8. maddesi aynen İstiklal Mahkemelerinden kopyadır. Bu madde hükmüne göre “ İnkılâp mahkemeleri kararları kesindir. Ancak savcı ve maznun tefhim tarihinden itibaren 3 gün içinde, mahkemeden, kararın tekrar gözden geçirilmesini talep eder”. Malum olduğu veçhile ünlü bir İttihatçı da İstiklal Mahkemesinin hapis kararına itiraz etmiş, itiraz üzerine de “Aliler Divanı” hapis kararını idama tahvil etmiş ve bu İttihatçı asılmıştı.
Kanunun 10. maddesine göre bütün makam ve memurlar, hassaten bütün silahlı kuvvetler ve zabıta makam mensupları, bu mahkemeler savcılarının tahkikat, takibat veya infaza ilişkin emirlerini yerine getirmekle ödevlidir. Aynı maddenin 4. fıkrasına göre “bu emirleri yerine getirmeyenler hakkında fiil kasten işlendiği takdirde 5 yıla kadar ağır hapis, ihmal ile işlenmiş ise 5 yıla kadar hapis cezası hükmolunur”.
Kanunun 11. maddesine göre bu mahkemelerin hâkim ve savcı dışındaki tüm personeli ve hizmeti Milli Birlik Komitesi Sekreterliğinin tasvibiyle Devlet Teşkilatından temin olunacaktır. 
Kanunun 14. maddesine göre de bu mahkemelerin faaliyetine Millî Birlik Komitesinin kararı ile son verilecektir.
İnkılâp Mahkemeleri, tartışmasız İstiklal Mahkemelerinden mülhemdir. Bir eşkıya güruhu Yüksek Adalet Divanı ile yetinmemekte, bir de eğer millet darbeye, darbecilere karşı gelirse veya onlar hakkında bir şikâyet, itiraz ve memnuniyetsizlikte-velev kavlen olsun- bulunursa onları yargılamak için de bir olağanüstü mahkeme kurmaktadır. Her ne kadar Türk Milletinin bu gibi olaylarda tepkisel bir çıkışına tesadüf edilmemişse de, Demokrat Parti’nin sosyal tabanı gereği böyle bir endişenin darbecilerde varit olduğu gözlemlenmektedir. Ancak darbecilerin endişeleri vuku bulmamış, bu mahkemeler hakkında mufassal bir kanun çıkarılmasına rağmen tatbik ihtiyacı hâsıl olmamıştır.
27 Mayıs darbesi özgürlükçü değil, milleti hedef alan, onu sindirmeyi ve korkutmayı şiar edinen faşist bir harekettir. Yassıada rezalet ve melanetleri ölçü alındığında eğer darbecilere karşı kitlesel bir eylemde bulunulsaydı ve gazetelere yansıyan münferit hadiseler belli bir yoğunluğa baliğ olsaydı, hiç kuşkusuz bu kanun hükümleri aynen uygulanırdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder