27 Mayıs 2014 Salı

Yol ayrımı: Demokrasiye mi inanacağım, darbecilere mi katılacağım? Ertuğrul MAT (*)

(21 Mayıs’ın ardından…) Yol ayrımı:
Demokrasiye mi inanacağım, darbecilere mi katılacağım?
Ertuğrul MAT (*)
5 Şubat 1964 tarihli gazeteler Talat Aydemir, Fethi Gürcan ve Osman Deniz hakkındaki idam kararının Meclis’te ikinci defa onaylandığını yazıyordu. Bu haberi okuyunca daldım… 1963 yılının ilk aylarını hatırladım.
Bir gün yazıhanede otururken, İstanbul  Mahmutpaşa esnafından Mendilci Mehmet Bey ile dört arkadaşı geldi.. Mendilci Mehmet, Türkiye Milli Talebe Federasyonu folklor ekibine Azeri  oyunları öğreten Halil Boyu’nun Mahmutpaşa’dan arkadaşıydı. Buyur ettim. İçlerinden birini gözüm ısırıyordu. Hatırlamakta gecikmedim. İstanbul Erkek Lisesi’nde milli savunma dersine gelen Binbaşı Nihat Çonguroğlu’ydu.
Tabii ki Nihat Binbaşının dört beş defa girdiği bir sınıftaki herkesi hatırlaması mümkün değildi, karşılaşmamız da bir tesadüftü.
Mehmet Bey, gelenleri takdim etti. Talat Aydemir’in dava arkadaşları Emekli Albay Cevat Kırca, Osman Deniz, Nihat Çonguroğlu ve Veteriner Üsteğmen Vural Koktay.
Cevat Kırca, “Ertuğrul Bey, Mehmet Bey’in sizden bahsetmesi üzerine, sizi araştırdık. Halk sizi seviyor ve size güveniyor. Yakında tekrar ihtilal yapıp idareye el koyacağız. Bu sefer İsmet Paşa da mâni olamayacak. Hemen yeni bir kurucu meclis toplayacağız. 27 Mayısçıların yaptığı hatayı yapmayacağız. Bu meclis halkın sevdiği isimlerden müteşekkil olacak. Bu mecliste sizi Bursa temsilcisi olarak görmek istiyoruz” dedi.
Ben bu teklife, “İsmet Paşa’nın aleyhine yazdığım için buraya geldiğinizi anlıyorum. Ben İsmet Paşa’yı sevmem; ama  çok takdir ederim. Anlıyorum ki,İsmet Paşa’nın gücünü küçümsüyorsunuz..Danton’un  Ropespieri’i  küçümsediği gibi.. Fransız İhtilali’nden sonra ünlü Danton’a ,‘Robespier seni  giyotine gönderecek. Kaçmalısın’ dediklerinde, ‘Biz bu topraklara topuklarımızdan çakılıyız. Kaçamayız. Onlar da buna cesaret edemezler’ cevabını vermişti. Sonra giyotine gönderilirken arkadaşlarıyla vedasına izin verilmeyince, ‘biraz sonra sepette kellelerimizin öpüşmesine de mâni   olabilir misiniz?’ demişti. Sizin bu faaliyetlerinizi, İstanbul Üniversitesi  Hukuk Fakültesi’nin kantininde kahve içen yıllanmış talebe demokrat Erol’dan ,Zeytinburnu Demokrat Parti Kadın Kolları Başkanı Kadriye’ye kadar herkes biliyor.  Ama siz İsmet Paşa’yı tanımıyorsunuz. Böyle devam ederseniz Danton’un tabiriyle kelleleriniz sepette öpüşür ” diye cevap verdim.
Fransız tarihinin bu önemli sayfasını iyi biliyordum,; çünkü, 27 Mayıs gecesi Eskişehir’de  kaçması teklif edildiğinde ,Menderes  de “Biz de Danton gibi bu ülkeye topuklarımızdan çakılmışız” demişti.
Sonra  da  ,“Eğer bir şey yapar ve başarırsanız, radyoda okuyacağınız ihtilal tebliğinizde ‘Yassıada yapılan ve devam eden zulme son verilecektir’ derseniz, halk askerle barışır” diye ilave etmiştim.
Cevat Kırca, “Ben Fatin Rüştü’nün akrabasıyım. Talat Bey’le konuşacağım. Bu tavsiyeniz mümkün olabilir. Lütfen bizi reddetmeyiniz. Temasımızı muhafaza edelim” dedi.
Aradan bir iki hafta geçmişti ki veteriner üsteğmen ile Mendilci Mehmet tekrar Bursa’ya gelip beni İstanbul’a davet ettiler. Zaten hafta sonlarında İstanbul’a gidiyordum. Beraber yola çıktık. İstanbul’da Fatih Çarşamba’da ahşap bir eve gittik. Orasının Cevat Kırca’nın evi olduğunu söylediler. Duvarlardan birinde, Fatin Rüştü’nün resmi asılıydı. Cevat Bey kahve ikram etti. “Selim Paşa sizinle görüşmek istiyor. Bu davete icabet etmenizi rica edeceğim. Bu buluşmadan sonra, belki fikriniz değişir. Ayrıca Cevat Kırca’ya yaptığınız tavsiyenizin de dikkate alınması karargâha arz edilmiştir” dedi. 
Ertesi gün veteriner üsteğmen, beni Taksim Sıraselviler’de bir apartmanın ikinci katına götürdü. Selim Paşa büyük bir masanın üstüne serdiği askeri haritalar üzerinde çalışıyordu. Bize baktı.. “Hoş geldiniz” deme lüzumunu bile duymadan, “Bursa civarındaki askeri birliklerin yerlerini biliyor musunuz?” diye sorunca,. “Yine bize asteğmen muamelesi çekiyorlar” diye düşünmüş  ve “Paşam, size söyleneceklere değil, önünüzdeki askeri haritaya inanın” cevabını vermiştim...
Biraz sonra müsaade isteyip oradan ayrıldık. Apartmanın kapısından ayrılırken veteriner üsteğmene, “Bütün komutanlarınız böyleyse yandınız” dedim.
Bu olaydan tam 48 sene sonra 22 Şubat 2011 tarihli Sabah gazetesindeki köşesinde Refik Erduran, benim teşhisini doğrulayan şu satırları yazmıştı:
“(Medine Savunucusu) Fahrettin Paşa’nın oğlu Selim, Türkkan Teyzemin kızıyla evli, halim selim bir adamdı. Generallikten emekli olduğu yıllarda bir gün Nermin Ablamı ziyarete gittim; kapıda onunla karşılaştık. Elinde gazete kâğıdına sarılı uzun bir şeyle koşarak uzaklaştı.
Kafadarlarıyla sözleşmişler; radyoevini basıp darbe yapacaklarmış. O gün tutuklandı, epeyce yattı. Tam operet olayıydı.”
21 Mayıs ihtilal teşebbüsünün akamete uğramasından sonra Erol Ergüneş’ten dinlemiştim. Selim Paşa, gecekondu semtlerinde yaşayan bazı Demokrat Partililerden bir halk direniş grubu kurmuş ve Onlara 21 Mayıs gecesi Unkapanı Köprüsü’nü tutmalarını,  tanklar geçtikten sonra da köprünün açma kapa mekanizmalarına el koyarak köprüyü açmaları talimatını vermiş; ihtilal anons edilir edilmez, kendilerine silah dağıtılacağını da söylemiş.
Demokrat Parti’nin ocak, bucak teşkilatlarında siyasetin bütün inceliklerini yaşamış olan bu “halk temsilcileri”, bu işin zorluklarını ve tehlikelerini Selim Paşa’dan daha iyi bildikleri için bu talimatları tebessümle karşılamışlar, ama, yaşanacak olaylara şahit olmak da istemişler..21 Mayıs gecesi anons yapılıp Osman Deniz de İstanbul Radyo evini ele geçirmek için harekete geçince, Selim Paşa da elinde bir makineli tüfekle caddeye çıkmış, bir taksiye atlamış ,İstanbul Valiliği’ne doğru yola koyulmuş , şoföre de radyoyu açmasını söylemiş. Biraz sonra Ankara Radyosu’ndan Ali Elverdi’ nin “İhtilal teşebbüsünün bastırıldığını” haykıran sesi duyulunca  şoföre, “Derhal geri dön” demiş, Sıraselviler’deki evinin kapısı önünde arabadan telaşla inerken de, elindeki otomatik tüfek ateş alınca, taksinin arka kapısında kocaman bir delik açılmış. Parasını da alamayan şoför, doğru 1. Ordu Karargâhı’na gitmiş, olayı anlatınca da bir üsteğmen bir ciple giderek, Selim Paşa’yı  evinden almış.
            21 Mayıs’a giden süreçte Bursa’da yaşananlar
            Cevat Kırca ve Selim Türkan’la görüştükten sonra Bursa’ya dönüp akrabam olan Bursa Milletvekili Ekrem Paksoy’la konuşup benimle kurulan temas hakkında bilgi verdim. Bir iki hafta sonra vilayetten telefon edilip İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata’nın beni  Çelik Palas Oteli’nde beklediğini söylediler.Gidip bildiklerimi ve gördüklerimi anlattım. Anlattım; çünkü,  21 Şubatçıların pervasız ve tedbirsiz davranışlarını görüp İsmet Paşa’nın sanki içlerindeymiş gibi hazırlıkları takip ettiğine inanıyordum.
Cevat Kırca ve arkadaşlarının benimle, benim de güvendiğim arkadaşlarımla  yaptığım  temasın tespit edildiğini düşünüyor ve etrafımıza bir koruma duvarı örüyordum.Hıfzı Oğuz Bekata,beni  dinledikten sonra sadece, “Düşünceniz ne?” diye sorunca, dedim ki: “İçimizdeki yangını söndüreceklerini söyleseler de biz ihtilalcilerle beraber olamayız.”
Çelik Palas’tan ayrıldıktan sonra güvendiğim arkadaşlarımla bu görüşmenin detaylarını paylaştım.18 Mayıs 1963 tarihinde İstanbul’da Halaskar Gazi caddesi’ndeki  Site Sineması’nın giriş holündeki pastanede Fatoş’la oturup evlilik hazırlıklarını konuşurken, Osman Deniz’in bize doğru geldiğini görünce, Fatoş’tan müsaade isteyip, yanına gittim. Osman Deniz, harekât gününün 21 Mayıs olarak kesinleştiğini söyledi.O akşam Bursa’ya dönüp Hüseyin Aykut, Vahdettin Koyuncu, Camcı Mümin ve Mehmet Sertgenç’le gelişmeleri nasıl takip edeceğimizi konuştuk. Bir plan yaptık.Bursa Emniyet Müdürü Adnan Çakmak, eski bir subay olan Hüseyin Aykut’un devre arkadaşıydı. Hüseyin Aykut’un bir şeyden haberi yokmuşçasına, o gece emniyet müdürüne uğramasını kararlaştırdık.
Ben de bekârdım ve genellikle akşam yemeğinden sonra yazı yazdığım Hâkimiyet gazetesine gider, hem gece sekreteri Feridun’la muhabbet eder, hem de saat 23’e doğru Çelik Palas’tan yemekten dönen  Hayri Terzioğlu’yla günün siyasi gelişmelerini tartışırdık.Genellikle gazetenin manşeti de bu konuşmalara göre şekillenirdi.
21 Mayıs gecesi saat 21’e doğru Feridun’a telefon ederek, “Bu akşam sayfayı erken bağlama, ben on ikiye doğru gazeteye geleceğim beni bekle. Hayri Bey’e de beklemesini rica et .Tam gece yarısı da radyoyu aç ” dedim.O gece teyzemin evindeydim.Saat 24’e birkaç dakika kalınca Yeşil Kahvesi’ne Ali Osman Kantar’a telefon edip “Radyoyu aç. İhtilal anonsu yapılacak, Yassıada’yla ilgili bir şeyler söylenirse arkadaşlar orada toplanacak, sen de oradan ayrılma, ben gazeteye gidiyorum.Sonra, ben de kahveye geleceğim  ” dedim. O akşam İstanbul Tıp Fakültesi’nde okuyan Fatoş  da kaldığı yurtta  radyoyu açmış, ihtilal anonslarını duyunca, nasıl bir adamla evleneceğini düşünmüştü.
Gazeteye gittiğimde, Hayri Terzioğlu ile Feridun Evrenesoğlu’nu heyecan içinde beni beklerken buldum. Radyodaki anonsu, önceden öğrenip, kendilerine bildirenden, radyoda duyduklarından daha fazlasını öğrenmek istiyorlardı. “Yassıada mazlumlarıyla ilgili anons yok. Bu sebeple İstanbul’da Eminsu’lar ve gecekondu milisleri desteklerini geri çekip ayaklanmaya iştirak etmezler, İstanbul’un desteği olmazsa Ankara başaramaz” deyip Feridun’a, “Vali Fahrettin Akkutlu’yu ara ve makamına gelmesini tavsiye et” dedim.
Vali bey Feridun’a  “Ben de vilayete gidiyorum” cevabını verince Feridun, “Biz de makamınıza gelip sizin istihbaratınız ile bizim gazetenin istihbaratını karşılaştırır, siz vali olarak, biz de gazeteci olarak daha sağlıklı yorum yaparız” demişti. Biraz sonra, Feridun’la beraber valinin yanındaydık. Sabah saat 4’e doğru 21 Mayıs ihtilal teşebbüsünün bastırıldığı  belli oldu ve hepimiz evlerimize döndük.
21 Mayıs başarıya ulaşsaydı, Bursa’daki bir avuç insan ne yapacaktık? Hiç… Ne yapabilirdik ki? Peki, niçin bu insanları askeri kalkışma hakkında önceden bilgilendirmiştim? Bunu yaparak ve bazı hadiseleri önceden haber alabildiğimi göstererek, bana duyulan saygıyı kuvvetlendirmek ve parti içinde başlayacağım mücadelede liderliğimi tescil ettirmeyi planlamıştım. Ve bunu başarmıştım.
21 Mayısçılar yargılandılar, 7 kişi idama mahkûm oldu: Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz, Cevat Kırca, Ahmet Gücal, İlhan Baş, Erol Dinçer. Beni ziyarete gelenlerden Osman Deniz ve Cevat Kırca idama; Nihat Çonguroğlu müebbet hapse mahkûm oldular. Veteriner  Üsteğmen Vural Koktay, Osman Deniz’le İstanbul Radyoevi’ni basmasına rağmen, direnen ve bir aralık kaçmayı başaran çavuşu yakalamak için peşinden koşmuş, sonra da ihtilal teşebbüsünün bastırıldığını duyunca geri dönmemişti. İhtilalci arkadaşları da ketumiyet ilkesine riayet ederek üsteğmenin adını ifşa etmemişlerdi. Yargıtay, Cevat Kırca, Ahmet Gücal ve İlhan Baş’ın cezalarını bozdu. Meclis ve Senato’da yapılan müzakereler sonunda önce Erol Dinçer’in, sonra da Osman Deniz’in idam cezaları kaldırıldı.
27 Haziran 1964 Cuma günü saat 02.55’te Fethi Gürcan’ın, 5 Temmuz1964 Cumartesi günü saat 02.50’de de Talat Aydemir’in idam cezaları infaz edildi. Biraz sonra infazın yapıldığı cezaevinden gülerek çıkan Ankara Valisi Enver Kuray, gazetecilere, “Beş dakika evvel iş bitti. Herif hâlâ sallanıyor”  diyordu.Enver Kuray, Yassıada’nın zalim savcısı Altay Ömer Egesel’in eniştesiydi… Gel de, “aile boyu sadizm…” deme..
            ****   
            27 Mayıs’ın ilk yıldönümünde konuşmak ..
            1965 seçimlerinden sonra kurulan ilk Demirel Hükümeti’nde Seyfi Öztürk de Devlet Bakanlığı’na tayin edilmişti. Yassıada savcılarından Fahri Öztürk, Seyfi beyin kardeşiydi. Ayrıca Seyfi bey,27 Mayıs’tan sonra ihtilalciler tarafından kurucu Meclis’e de seçilmişti. Sonra da Osman Bölükbaşının yanında yer almıştı. Bu sebeple kabine de yer almasına hem kabine içinde, hem de meclis grubunda büyük tepki vardı.  AP Genel İdare Kurulu’nda bu tepkiler dile getirilince Demirel,27 Mayıs’ın Milli Bayram olarak dayatıldığını ve kutlandığını hatırlatarak arkadaşlarına sormuş”27 Mayıs’ı anma törenlerinde kabine adına kim konuşacak?”
Hiç ses çıkmayınca Demirel devam etmiş.” Bunu Seyfi beyden daha iyi  yapabilecek kimse yok. Hem konuşur, hem de bizim duygularımızı rencide etmez.” deyince ,itirazlar geri alınmıştı.
27 Mayıs’ı anma törenlerinde konuşan ilk Demokrat Partili bendim. Hem  27 Mayıs’ın birinci yıldönümünde, hem de Generallerin önünde. Aşağıda o  konuşmanın hikayesini bulacaksınız.
1961 yılının Mayıs ayına girdiğimizde bağlı bulunduğum,2.Bölük’e bölük kumandanı olarak Tekin Yüzbaşı tayin edildi. İyi, şakacı  ve insan ilişkileri kuvvetli bir insandı.. Yedek Subay Doktor Bekir ile  Adli Subaylığa uğrayıp, çay içmeyi seviyordu..
Adli subay yardımcılığı yapan hukukçular ile doktor yedek subayların askerlikte ayrı değerleri vardı. Bu sebeple muvazzaf subaylarla aralarında rütbe farkına bakılmaksızın sohbetler yapılır, en sonunda, lâf döner dolaşır siyasete gelirdi.
Tabip Teğmen Bekir’ le Tekin Yüzbaşı bu siyasi konuşmalar sırasında, benim ne mal olduğumu anlamışlardı. Mayıs ayına girmiş 27 Mayıs’ın ilk yıldönümünün  bütün kıtalarda ve yurdun her yerinde kutlanması emri gelince, herkesi bir telaş aldı..
İskenderun’daki merasim, Tümen kumandanlığıyla aynı kışlayı paylaşan  50. Piyade Alayı’nda yapılacaktı   ve bu merasime  59. Tümen Kumandanı ve Karargah subaylarıyla  İskenderun’daki  diğer  bütün birliklerinin komuta kademesi  iştirak edecekti.
Tekin Yüzbaşı, bana kazık olsun diye, alay kumandanına, “Ertuğrul Teğmen’in ağzı laf yapıyor, merasim konuşmasını o yapsın” demiş, sonra da adli subaylığa koşup, “Seni 27 Mayıs’ı överken dinlemek pek zevkli olacak” demişti.
Vazife tebliğ edilmişti.
O zaman “vicdani  ret” hakkı filan da yoktu. Hazırlanıp, merasimden bir gün evvel alay kumandanına gidip, “Komutanım, konuşma metnini görmek ister misiniz?” diye sorunca, Albay, “Teğmen, yanlış bir değerlendirme yaptık. Arkadaşlarının muzipliğine alet olduk. Sana güveniyorum, bu işin altından yüzünün akıyla çıkacaksın.. ” cevabını vermiş ve konuşma metnini okumamıştı.
“Bu gün burada demokrasinin yanlış anlaşılması, demokrasinin hazmedilmemesi sonucunda, toplanmış bulunuyoruz” diye başlayan öyle bir konuşma yaptım ki, zalim ile mazlum,  dinleyenlere göre değişiyordu. Konuşmamı bitirip, selam verdim ve kürsüden ayrılıp protokol türbinindeki yerime giderken Tekin Yüzbaşı, “Güzel konuştun. Ama çok mahzundun Teğmen” deyince herkes bize bakmış, cevap da Namık Kemal’den gelmişti. “Ne yapayım Yüzbaşım, ‘Vatan mahzun, ben mahzun.’  ”Bu cevap, orada bulunan subayların çoğu tarafından duyulmuş, konuşmadaki mazlum ile zalim , herkesin zihninde  yerli yerine oturmuştu..
(*) Ertuğrul MAT: 14. Dönem (AP) Bursa Milletvekili

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder