20 Eylül 2016 Salı

BASIN: 16 - 17 Eylül 2016 "Eski Başbakan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edilişlerinin 55. yılı nedeniyle Topkapı’daki Anıt Mezar’da anma töreni düzenlendi."

ŞEHİD BAŞVEKİL ADNAN MENDERES VE KADER ARKADAŞLARI "KALLEŞÇE" İDAM EDİLİŞLERİNİN 55. YILDÖNÜMÜNDE ANILDI
Eski Başbakan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edilişlerinin 55. yılı nedeniyle Topkapı’daki Anıt Mezar’da anma töreni düzenlendi.
Eski Başbakan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edilişlerinin 55. yılı nedeniyle Topkapı’daki Anıt Mezar’da anma töreni düzenlendi. Anma törenine katılan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yaptığı konuşmada, "27 Mayıs’ta açılan parantezi bu millet 15 Temmuz’da asil bir şekilde kapattı" dedi.
Süleyman Soylu, "Bugün sözlerin cümlelerin hal dilinin ortaya konulduğu resmin ortaya konduğu gündür. 1960 darbesi yapılmadan önce, yapıldıktan sonra orada eziyet edilenler aslında sadece Rahmetli Menderes, Rahmetli Zorlu ,Rahmetli Polatkan değildi. Eziyet edilen, ezilen bu milletti, bu milletin değerleri, milletin millet olma kararlılığı İstiklal mücadelesinde kazanılmış hürriyetiydi. 15 Temmuz’un arkasında kimin olduğunu çok net biliyoruz. 15 temmuz bütün dünyaya bir şeyi daha haykırmıştır. Bizi demokrasi öğretmeye kalkanlar Menderes’in idamına seyirci kaldılar. Hikayeler hep aynı arkasındaki bu tiyatroyu oynayanlar belki farklı isimler FETÖ, PKK gibi, KCK, DAEŞ gibi türlü türlü isim. Ama oynatıcılar hep aynı. 15 temmuz bize koskocaman bir gelecek oluşturdu. 27 Mayıs’ta açılan parantezi bu millet 15 Temmuz’da asil bir şekilde kapattı. Biz hedefleri olan bir milletiz birçok badireden geçtik. Etrafımızdaki coğrafya ateş çemberi oldu bizi için çekmeye çalıştı. Biz sağlam durduk. Demokrasi ve hukuk devleti içinde sağlam durmaya devam etmeliyiz. Allah milletimize bir daha böyle günler yaşatmasın " dedi.

7 Eylül 2016 Çarşamba

DEMOKRAT PARTİ'YE KARŞI KURULAN HAİN BİR TUZAK VE KALLEŞ KUMPAS!.. 6-7 EYLÜL OLAYLARI & Ermeni sorunu ve 6-7 Eylül hadiseleri üzerine polemikler ve Mehmet Arif DEMİRER'in bir yorumu.

6-7 EYLÜL OLAYLARI (6-7 EYLÜL 1955)

6-7 Eylül Olayları (Yunancası Σεπτεμβριανά). 1955 yılında “Atatürk'ün Selanik'te doğduğu eve bomba atıldı” şeklindeki yalan haberle başlayan olaylar. Olayları düzenleyenlerin kimsenin öldürülmemesi yönündeki telkinlerine rağmen 6 Eylül akşamı başlayan ve yaklaşık 9 saat süren olaylar boyunca ve sonrasında (aralarında iki Ortodoks papaz da olmak üzere) 13 ile 16 arası Rum ve en az bir Ermeni vatandaşı hayatını kaybetmiş 32 Rum da ağır yaralanmıştır. Fiziksel zarar 4.348 Ruma ait işyeri 110 otel 27 eczane 23 okul 21 fabrika ve 73 kilise ve mezarlıklar ile 1000'in üzerinde Rumlara ait evin tahrip edilmesi ya da yakılması şeklinde ortaya çıkmıştır. 
Ekonomik zarar Türk Hükümeti'ne göre 695 milyon Türk Lirası İngiliz diplomatik kaynaklarına göre 100 milyon İngiliz Sterlini Dünya Kiliseler Birliği'ne göre 150 milyon Amerikan Doları Yunan Hükümeti'ne göre ise 500 milyon Amerikan Doları olarak hesaplanmıştır. Demokrat Parti (DP) hükümeti zarara uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon Türk Lirası cıvarında tazminat ödemiştir. Saldırıların ardından Türkiye Cumhuriyeti'ndeki Rumların ekonomideki etkisi zayıflamaya başlamış ve Türklerin sermayeye hakim olması hızlanmıştır. 
O zamanki hükümet suçu solculara (Aziz Nesin Kemal Tahir) atarak işin içinden çıkmak istemiş ancak Yassıada Yargılamalarında olayın DP hükümetinin başbakanı Adnan Menderes'in provokasyonu sonucu olayların kontrolden çıkması olduğu kabullenilmiştir. 
Bu olaylar sonucunda Türkiye'de yaşayan Rum azınlığına ait binlerce Rum Türkiyeden göç etmiştir. Zamanla kalan Rumlar da İstanbulu terketmiştir. 1923 yılında 110.000'i bulan İstanbul'daki Rum nüfus 1999 yılında 2.500 kişiye düşmüştür. 
Nedenleri 
19. ve 20. yüzyıllarda çokuluslu imparatorlukların dağılmasını etnik olarak homojen devletlerin kurulması çabası izlemiştir. 1919-1920 Paris Barış ve 1923 Lozan antlaşmalarının sonucunda homojen ulus-devletler değil içlerindeki etnik gruplardan birinin kaderini tayin hakkını kendinde gördüğü ve kendini yeni devletin taşıyıcısı olarak tanımlarken diğer etnik gruplara azınlık statüsünü atfettiği devletler oluşmuştur. Ancak bu yeni devletlerin azınlıkları genellikle ulus-devletin homojenleştirilmesi önünde bir engel ve hatta tehdit olarak algılanmışlardır. Devletin yeni meşruiyet zeminini meydana getiren unsur ulusal üst kimlikli etnik-kültürel birlik olarak kabul edildiğinden diğer etnik grupların varlığı statüko tarafından yeni devletin bir zaafı olarak görülmeye başlanmıştır. 
Olaylar 
Kıbrıs sorunu 1955 yılında Türk kamuoyunun gündeminde baş köşeye oturmuştur. Dışişleri yetkilileri Londra'da Kıbrıs temaslarına devam ederken Atatürk'ün Selanik'teki evinde bir bomba patlamasıyla ilgili haber önce 6 Eylül 1955 günü Türkiye radyolarında yayımlandı. Bunun üzerine “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle ikinci baskı yapan İstanbul Ekspres gazetesi o dönemde kurulmuş olan Kıbrıs Türktür Cemiyeti üyelerince bütün İstanbul'da satılmaya ve halkı galeyana getirmek üzere kullanılmaya başlandı. 
Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin önayak olması ve diğer gençlik örgütleri meslek kuruluşları DP teşkilatı bazı resmi ve gayriresmi makamların telkin ve teşvikiyle yerel kalabalıklar ve şehre dışarıdan getirilmiş olan kitlelerce 6 Eylül akşamı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yağma ve yıkım eylemi gerçekleştirildi. 
İstanbul'daki Yunan ve Rum azınlığın ev işyeri ve ibadet yerlerine yönelik bu saldırılarda emniyet pasif bir tutum sergiledi. Yunan ve Rum vatandaşların adresleri hakkında önceden bilgi sahibi olan 20-30 kişilik organize birliklerin kent içindeki ulaşımı özel arabalar taksi ve kamyonların yanı sıra otobüs vapur ve hatta askeri araçlar yardımıyla sağlandı. 
İstanbul'un her yerinde yağmalar aynı yöntemle yapıldı. Dükkânlara saldıranlar önce vitrinleri taşlayarak kırdılar ya da demir parmaklıkları kaynak makineleri ve tel makasları yardımıyla açtılar ardından içerideki alet ve makineleri dışarı çıkararak paramparça ettiler. 
Kiliseler de payını aldı: Kiliselerin içindeki kutsal resimler haçlar ikonalar ve diğer kutsal eşya tahrip edildiği ve yakıldığı gibi bazı kiliselerin tamamı ateşe verildi. 
İzmit ve Adapazarı’ndan gelen yağmacılar geri dönmek üzere Haydarpaşa istasyonuna geldiklerinde üzerlerinde yağmaladıkları mallarla yakalandılar. Bunların büyük bir bölümünün başka şehirlerden getirildiği ortaya çıktı (örneğin Sivas’tan 145 Trabzon’dan 117 Kastamonu’dan 116 Erzincan’dan 111 kişi) 
Sonrası 
Olaylar üzerine İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildi. Başlangıçta Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve gençlik örgütleri etrafında yoğunlaşan ve o günlerde ilan edilen sıkıyönetim savcıları tarafından yapılan ilk soruşturma ve yargılamalar daha sonra DP iktidarının bastırması sonucunda 6-7 Eylül olayları “komünistlerin tahriki” olarak yorumlandı; ancak 1960 darbesinden sonra bu olaylar Yassıada yargılamalarının gündemine oturdu. Yassıada'da 6-7 Eylül olayları bu kez tamamen DP iktidarının hazırladığı bir tertip olarak sunuldu ve sorumlu tutulan DP yönetimi 6-7 Eylül olayları nedeniyle cezalandırıldı. 
6-7 Eylül 1955 olayları Rumların büyük göç dalgalarıyla ülkeden ayrılmasına neden oldu. Olaylardan Ermeni ve Yahudiler zarar görmemişse de kendilerini güvende hissetmedikleri için onlardan da ayrılan olmuştur. Gayrimüslimlerin büyük bir kısmı için yaşananlar Türk vatandaşı olarak kabul görmediklerinin kanıtı olmuş hangi parti iktidarda olursa olsun gelecekte de ayrımcılıklara maruz kalacakları düşüncesi azınlıkların yurtdışına göç kararını vermelerine yol açmıştır. Nesiller boyu Türk topraklarında yaşamış olan İstanbul'un gayrimüslim yerlileri çevrelerin bilinçsiz ve kabul edilemez bu davranışı sonucu evlerini terk etmek durumunda bırakılmışlardır. 1955 yılındaki bu olayın dönemin İstanbul'unda dini ve milli anlamda çoğulculuğun ve karşılıklı hoşgörünün güçsüzlüğüne ve sona ermesine işaret ettiği söylenebilir ve bu yüzden azınlıklar ülkeyi terketmek zorunda kalmıştır. 
Seçkin Behlül ALAN - Gizli Kalan Yakın Tarih
***
Ermeni sorunu ve 6-7 Eylül hadiseleri üzerine polemikler.6-7 Eylül olayları, DP yargılanmaları, Olaylarda gizli servislerin rolü birinci elden halkın kaleminden olayların polemikleri Doğusunu yaşayanlar bilir 
6-7 Eylül 1955 Olaylarının 50. yıl dönümü nedeniyle Toplumsal Tarih’in bu sayısında, 1956 yargılamalarının soruşturma hâkimi Amiral Fahri Çoker’in arşivine yeriyoruz. Arşivindeki tüm malzemeleri Tarih Vakfı’na bağışlayan merhum Fahri Çoker’in ebediyete intikalinden sonra malzeme üzerindeki yayımlanma yasağının kalkması, söz konusu fotoğraf ve belgeleri kamuoyuna sunma imkânı doğurdu. Birkaç istisna dışında büyük bir bölümü ilk kez yayımlanacak olan fotoğraflar, 6 Eylül gecesi ve 7 Eylül sabahı Milli Emniyet Hizmetleri ve yabancı basın mensupları tarafından çekilmiş bir klasör dolusu fotoğraf arasından seçildi. Bugüne dek çeşitli yayınlarda 7 Eylül sabahı olayların sonuçlarını görüntüleyen çok sayıda fotoğraf söz konusuyken, olay gecesi tahrip anında çekilen pek az fotoğraf yayımlanabilmişti. Olaylardan hemen sonra sıkıyönetim tarafından Türk basınına getirilen sansür ve sınırda yabancı basın mensuplarının görsel malzemelerine el konulması, bu fotoğrafların çoğunun şimdiye kadar hiçbir yerde yayımlanmadığının bir kanıtı sayılabilir... 
Türk Milliyetçiliği ve Homojenleştirme Politikası 
19. ve 20. yüzyıllarında çokuluslu imparatorlukların dağılmasını, etnik olarak homojen devletlerin kurulması çabası izlemiştir. 1919-1920 Paris Barış ve 1923 Lozan antlaşmalarının sonucunda homojen ulus-devletler değil, içlerindeki etnik gruplardan birinin, kaderini tayin hakkını kendinde gördüğü ve kendini yeni devletin taşıyıcısı olarak tanımlarken diğer etnik gruplara azınlık statüsünü atfettiği devletler oluşmuştur. Ancak, bu yeni devletlerin azınlıkları, genellikle, ulus-devletin homojenleştirilmesi önünde bir engel ve hatta tehdit olarak algılanmışlardır. Devletin yeni meşruiyet zeminini meydana getiren unsur, etnik-kültürel birlik olarak kabul edildiğinden, diğer etnik grupların varlığı, ancak yeni devletin bir zaafı olarak görülebilecektir... 
6-7 Olayları’nın Hikayesi 
Türk dış politikasında hâlâ önemli bir yer tutan Kıbrıs sorunu, 1955 yılında Türk kamuoyunun gündeminde baş köşeye oturmuştur. Londra’da Kıbrıs konusunda görüşmeleri sürdüren Dışişleri yetkilileri temaslarına devam ederken, Atatürk’ün Selanik’teki evinde bir bomba patlaması ile ilgili haber önce 6 Eylül 1955 günü Türkiye radyolarında yayınlanır. Bunun üzerine, “Ata’mızın Evi Bombalandı” manşeti ile ikinci baskı yapan İstanbul Express gazetesinin nüshaları o dönemde kurulmuş olan “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” üyeleri tarafından bütün İstanbul’da satılmaya ve halkı galeyana getirmek üzere kullanılmaya başlanır... 
“6-7 Eylül”e Tanıklıklar... 
“Çok, çok fena. O zaman ben evliydim, 2 yaşındaydı Lula. (Sarıyer) Yenimahalle’de yazlıktaydık. İstanbul’dan haber geldi, Beyoğlu yanıyor. Saat sekiz, sekiz buçuk filan. Taş dolu bir kamyon geldi. Kamyonun içinden 10-15 kişi çıktı, ilk evvela gazinoyu kırdılar, bir şey bırakmadılar. Bir araya toplandık, zangoç vardı, karısı ve oğluyla; papaz vardı kızları ve karısıyla beraber. Başladılar dışarıdan camları kırmaya, taş atmaya. Aman n’apalım derken artık karanlık da oldu. Arka taraftan bir Türk ailesi oturuyordu, biliyordu o ne olacağını. Hemen papazın kızlarını aldılar, pencereden. Ben Lula’yı şiltenin altına koydum, çocuğu öldürecekler. Taşlar yağmur gibi geliyor. Evin kapısına geldiler. Onu da tekmeyle kırdılar. Babam hiç zaman kaybetmeden oda kapısını açtı. Türkçe’yi Türk gibi konuşuyordu babam. ‘Kırıyoruz’ dedi, ‘Kıbrıs için. Helal olsun, vatana helal olsun’ dedi, gelenler. ‘Beni, karımı, kızlarımı, öldürün’ dedi babam. ‘Yok, öldürmeye iznimiz yok’ dediler, ‘kırmaya iznimiz var.’ İsmini sordular, ‘Kemal’ dedi babam. ‘Af edersin, Kemal ağabey’ deyip gittiler. Bakkala gittiler, bakkal da diyor ki ‘Hangi Kemal? Bu Koço’dur, Rumdur.’ Tekrar geri geldiler. Radyo ve buzdolabını pencereden aşağı attılar. Yataklar, elbiseler, gardırobun içinde hiçbir şey kalmadı. Yani biz kaldık. Titriyorduk, ‘kırın’ diyordu babam, ne yapsın, ‘kırın, atın, helal olsun, atın!’ Kırdılar, vurdular, gittiler. Geceyi nasıl geçireceğiz? Papazın kızlarını istediler, ‘Burada yoklar’ dedik. Papazı aldılar, bir motosikletin üstüne bağladılar, yol boyunca çektiler.” Aynı saatlerde, F.S.’nin kocası bir an önce ailesinin yanına gelmek üzere Sirkeci’den yola çıkar. “O akşam kocam işteydi. Saat üçte geldi; Sirkeci’den, Yenimahalle’ye yayan geldi. O da kırıp yırtıp da geliyordu, ne yapsın. Kırmayan, yıkmayan gâvurdur, diye düşünüyorlardı.”... 
Kaynak: Toplumsal Tarih Dergisi & bora bora - Üye 
http://fatihhaber.com/fatihhaber/6-7eylul_polimikleri.htm
***
309 mesaj Detay - 19/08/2008 : 09:50:30 & MEHMET ARİF DEMİRER
---------------------------------------------------------------------------------------------
Aşağıdaki e posta iletisini, internette bu olayları hatırlayarak yanlış, yanlı ve ancak düşmanlarımızın işine yarayacak biçimde tartışan gruplara yazdım. 
Son birkaç gün 6 eylül 1955 olaylarını adam gibi tartışamadık – internette.
Ön yargılarımızla, medyada çıkan yanlış yazıların etkisi altında ve en önemlisi ideolojik açıdan kavga ettik. Bu çok yanlış ve bizleri gerçeklerden uzaklaştırıyor.
Bu konuya çok zaman ayırmış ve de o tarihte Atina büyükelçimiz eniştem Settar İksel'in yanında Londra'da bulunan ve konferansın bizim açımızdan son derece başarılı olduğunu bizzat görmüş bir kisi olarak bildiklerimi paylaşmak istedim. Bu amaçla yazıyorum:
1. Londra Konferansını ve oradaki gelişmeleri en doğru yazan rahmetli Mahmut Dikerdem'dir.
Kendisi son derece düzgün ve dürüst bir diplomatımız idi. Sol görüşlü idi. Menderes ve Zorlu Dikerdem’i 27 Mayıs’tan kısa bir süre önce o tarihte çok önemli bir elçilik olan Tahran'da görevlendirmişlerdi, siyasi açıdan DP karşıtı Dikerdem'i. Hani şu vatan haini, satılmış Menderes ile onun Dışişleri Bakanı idamlık Zorlu !
27 Mayıs Rejimi ise darbeden hemen sonra geri çekti sol görüşlü Dikerdem'i
Mahmut Bey Yassıada'da sahnelenen sovyetvari 6/7 Eylül davasında ısrarla tanık olarak ifade vermek istedi. Başsavcı Egesel kabul etmedi.
Dikerdem yazmıştır: 7 Eylül sabahı Londra’da Konferans’ta Yunan Dışişleri Bakanı olayları sanki hiç duymamış gibi, olaylar hakkında tek kelime konuşmamıştır.
Neden acaba? Olaylar hakkında yazılar, kitaplar yazanlar bu hususu bilmezler ve üzerinde hiç durmazlar.
2. Selanik'teki bomba Yunanistan'da patlamıştır, Türkiye'de değil. Son derece acemice yapılmış bir bombadır. Sadece iki cam kırılmıştır.
1955 yılında Rumlar ve Yunanlar sık sık bomba patlatıyorlardı, Kıbrıs’ta
Selanik'teki evi müzeye dönüştürme emrini veren ve sonuna kadar takip eden Bayar'dır, 1952 yılında.
3. 3 Eylül cumartesi günü yayımlanan Atina gazeteleri Kıbrıs davasının yitirildiğini, Yunanistan'ın Kıbrıs konusunda "taraf" olma özelliğini muhafaza edemediğini yazmışlardır. Kamuoyu panik içindedir.
Çünkü zorlu ortaya çok başarılı bir Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs tezi koymuş ve "eğer İngiltere Kıbrıs'tan çıkacak ise, Lozan'da aldığı adayı eski sahibine verir" demistir. uluslararası hukuk kuralı
Atina'nın paniklemesinin nedeni budur. 1930'dan beri izledikleri enosis politikası, Kıbrıslıların deyimi ile "sıfırla çarpılmıştır"
Bomba 5/6 gecesi patlattırılmıştır.
4. Türkiye Londra'da bu kadar başarılı iken, Konferans da noktalanmak ve Türk tezi tescil edilmek üzere iken, T.C. Hükümeti vur kırlı bir nümayişi niye tertiplesin?
Zorlu'nun çok başarılı olduğunu ULUS gazetesi ve damadın AKİS dergisi yazmışlardı.
5. İstanbul'da 90 bin Rum ve Elen (T.C. uyruklu ve Yunanistan uyruklu) yaşamaktadır. Aile yapısı en çok 3 kişidir.Hepsinin bir işi vardır. Son derece varlıklı insanlardı.
Bu durumda Rumara ve Elenlere ait en az 50 bin konut ve işyeri var demektir.
Türk medyası (başta Radikal ve diğerleri enteller) her sene yazarlar: "Rumların ev ve işyerlerinin % 90'u tahrip oldu" diye.
Bu salaklıktır. Kendi kalesine gol atmaktır. Hesap bilmemektir. Tahrip olan 5218 ev ve işyerinin hepsi Rumlara ait olsa, ki değildi, % 10 bile etmez.
Türk medyası neden % 90, diye yazar? Kime hizmet eder?
6. İstanbul Ekspres'in sahibi Mithat Perin babamın çok yakın arkadaşı idi. Bana kesin konuştu: "Gökşin (Sipahioğlu) çok ısrar etti, ikinci baskı yapmak istedi. Kağıt almak için para istedi. Hiç istemedim ve peşin para ile alınan kağıdın parasını bulmakta çok zorlandım. Saat 17:00'de baskıyı durdurdum"
7. İstanbul emniyet müdürü Alaeddin Eriş, 1994 yılında kendisi ile birinci kitabim için söyleşi yaparken komaya girdi kısa bir süre sonra vefat etti. Son sözü şu oldu:
"Mehmetçiğim Adnan Beye kırgın gidiyorum. Gece yarısı vilayete geldiğinde kendisinden tebrik bekliyordum. Bana arkasını döndü. Oysa ben aldığım tedbirlerle Patrikhane ile Yunan Başkonsolosluğunun tek bir camının bile kırılmamasını sağlamıştım. Tüm polislerimi oralara göndermiştim, başka da polisim yoktu”
8. İstanbul emniyet müdür yardımcısı Necdet Uğur idi. Nana yazılı olarak bir açıklama gönderdi: "Tertip değildir. Spontan (kendi kendine demek istiyor) başlayan bir olay kontrol dışına çıkmıştır"
Rahmetli Necdet Uğur CHP'li idi. 
9. 1. Ordu'dan yazılı olarak 19 000 asker istenmişti. saat 20:00 de yazıda belirlenmiş yerlerde olmaları istenmişti. 
Asker 24:00'de geldi - mermilerini de unutmuşlardı ! Ama yine de duruma hakim oldular. Onun için doğru deyim "6 Eylül 1955"dir. 
7 Eylül'de olay yoktur. Bu basit konuyu bile dilimize yanlış dolamışızdır.
10. Bianet'te (Ertuğrul Kürkçü’nün haber portalı !) hayali geniş bir yazar olayı IMF ve Dünya Bankası'nın İstanbul'da yaptıkları genel kurul toplantısı ile ilişkilendirmiştir.
Oysa o toplantı 12 Eylül günü başlamıştı, olaylardan altı gün sonra 
Bu kadar cehalet olamaz.
11. Zorlu Londra'da çok başarılı olmasına rağmen, Atina ile gerginlik istemediği için "moratoryum" önermişti. Konuyu 5 yıl için buz dolabına koymaktı önerisi.
12. Olaylardan kim karlı çıkmıştır? Türkiye mi yoksa Yunanistan mı?
13. Olaylardan sonra Rumlar İstanbul'u terk etmemişlerdir. Elimde bu konuda çok önemli belgeler var. Göç 1964 yılında olmuştur. Azınlık İnönü Hükümeti Kıbrıs’ta aciz kalınca İstanbul’da yaşayan Elenleri sürmüş ve onlarla birlikte akrabaları durumundaki Rumlar da göç etmişlerdir. Bu kadar kısa bir zaman önce yaşananları dahi unutuveriyoruz. 
14. Rumlar iki yıl sonra yapılan 1957 genel seçimlerinde Demokrat Parti'ye tulum çıkarmışlar ve DP bu sayede İstanbul'u kazanmıştır.
15. Son olarak su hususu çok iyi düşünün:
5 Ocak 1961 günü 6/7 Eylül davasında Menderes ve Zorlu altışar yıla mahkum olmuşlardır.
Bir gün sonra, 6 ocak 1961 günü, Orhan Köprülü Devlet Başkanı Gürsel'in 10 kişilik kontenjanından 1961 Anayasası’nı yazacak Kurucu Meclis'e üye olarak girmiştir.
Kimdi Orhan Köprülü? 6 eylül 1955 tarihinde DP İstanbul il başkanı !
Menderes, Orhan Köprülü'nün tanık olarak dinlenmesini istemiştir. Başsavcı bu talebi de reddetmiştir.
Bütün bunlar bir sureti bende mevcut olan Yassıada tutanaklarında vardır.
16. 6 Eylül 1955 olaylarını incelemeye 1993 yılında başladım. 
Önce iki kişi ile görüştüm. biri yaşıyor: Oktay Engin.
Diğeri vefat etti: General Fuat Doğu. 6 Eylül 1955'de Milli Emniyet (MİT değil) İstanbul yetkilisi.
Oktay Engin'e sordum: “Bombayı sen mi patlattırdın? Eğer öyle ise bu çalışmaya başlamayacağım.”
Teminat verdi. İddiaların Yunan yalanı olduğuna dair.
Fuat Paşa'ya sordum: "Paşam Milli Emniyet bu olaya bulaştı mı?" Babam kadar inandığım rahmetli de teminat verdi, böyle bir olayın Türk Milli Emniyeti'nin üslubu olmadığına dair.
Bunları sakin sakin okuyun. 
Başta Radikal ve Tarih Vakfı olmak üzere kendi kalemize gol atmanın dayanılmaz hafifliğini anlamış değilim.
Herkes ile her platformda bu olayı tartışmaya hazırım, adam gibi. önyargısız, ideolojik saplantılara takılıp kalmadan. Sakin sakin.
Genellikle bu kadar uzun yazmam. Ama konu önemli: Türkün kendi kalesine gol atarak düşmanlarına şirin görünmek hastalığı. Nobel Ödülüne kadar uzayıp giden bir yol.
6 Eylül Olaylarını internette birkaç gün Türkiye, Türkler ve tabii Menderes ve Zorlu aleyhinde tartışan internet gurup üyeleri, en az birkaç yüz kişi, yukarıdaki iletimden sonra susuverdiler. Bir kişi de çıkıp, “Senin yazdıkların yalan. Örneğin şu yazdığın öyle değil, böyle, demedi. Diyemedi. Tartışmadan çekildi. 
6 Eylül 1955 günü çok çirkin ve yanlış olaylar yaşanmadı, demiyorum. Sadece “Bu olayları eğer bir derin devlet tertipledi ise, o derin devlet Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, Yunanistan Krallığının derin devletidir” diyorum. Bu konuda 2006 yılı şubat ayında bir kitap yayımla-dım. İçine iddiamın tüm belgelerini koydum. Bir Allahın kulu çıkıp lehte aleyhte tek bir kelime söylemedi. Eğer o kitapta Menderes ve Zorlu’yu yerden yere vurmuş olsa idim, Nobel ödülü olmasa bile birtakım plaketler vs almıştım.
MEHMET ARİF DEMİRER- 16 Eylül 2007
Kayda Geçen ve nakleden: bora bora & Üye