İŞTE (BABA) BARZANİ'NİN BAŞVEKİL ADNAN MENDERES VE CUMHURBAŞKANI CELÂL BAYAR’A GÖNDERDİĞİ
MEKTUP
(Baba) Şeyh İsmail
Barzanî’nin, 17 Nisan 1956 tarihinde dönemin "Hür ve Hükümran" Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Adnan Menderes ile Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'a gönderdiği
mektup ortaya çıktı.
Şeyh Abdüsselâm
Barzanî’nin oğlu, Molla Mustafa Barzani’nin yeğeni Merhum Şeyh İsmail
Barzanî’nin, 17 Nisan 1956’da, “Filistin Davasına destek verilmesi,
Siyonizmin Filistin’den tümüyle kovulması” talebiyle, Başbakan
Merhum Adnan Menderes’e gönderdiği mektup gün yüzüne çıktı.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'ndeki mektubun Türkçe tercümesi şöyle:
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'ndeki mektubun Türkçe tercümesi şöyle:
"Fehamet Sahibi
Türkiye Başbakanı Beyefendi Hazretlerine, Allah Taâla, bir mahluku
yarattığında, ona, düşmanlarının saldırısından korunmak için mutlaka nefsini
müdafaa gücünü de bahşeder. Şüphesiz, her mü’min ilahi emirleri yerine getirmek
için nefsinin, insanlığının şeref ve onurunu muhafaza etmelidir.
Her mü’min için
nefsini Allah yolunda yönlendirmek ve sahih yol üzere kılmakla gereklidir.
Nitekim yet-i
Kerîme’de ” İnnellaheştera minelmü’minîne enfüsehum ve emvâlehum Bienne
Lehumulcenne, Şüphesiz ki, Allah müminlerin nefislerini (canlarını) ve
mallarını onlara, cennet karşılığında iştira (vaad) eylemiştir.”
buyurulmaktadır.
Muhterem
Üstadım,
Eğer,
düşmanların müminlerin beldelerinde, bu güzel beldelerde düşmanlığını müşahede
edebilseydiniz, zira, görüyoruz ki, Siyonizm yaralı Filistin beldelerinin bir
kısmını gaspetmiştir.
“Siyonistler
ellerindeki, mücehhez silahlarla kurşun ve bombalar kullanarak Filistin
insanının haremine tecavüz etmekte, çocukları katletmekte, ulemadan olan
dostlarımızı ortadan kaldırmaktalar.
Kurdukları
devlette, ellerindeki mücehhez, donanımlı kara,deniz ve hava silah ve
güçleriyle bunlar güzelim köyleri bombalamakta ve vurmaktalar.
Biz bu şekilde,
en derin saygılarımızla sizden buna ehemmiyet vermenizi ve Yahudilerin
Filistin’den kovulması için gerekli tedbirlere başvurmanız için bunu arz
ediyoruz. Ta ki burada gasbedilmiş topraklar üzerinde bir devlet tesis
edemesinler. Yahudileri Filistin’den çıkarmak dinî bir vecibe’dir. Bu hususta
cehd göstermemiz, tabiî ki, mücadele etmemiz Allah’ın (C.C) emirlerinden’dir.
Burada yazılan,
Filistin’de var olan zulmü ortaya koymak içindir. Halbuki, bu şehir ve köyler
daha 30-40 yıl önce, Osmanlı’ya aitti. Bu yüzden, bizden daha güçlü olan
sizlerden bunu talep ediyoruz. Gerçek güç sahibi Allah’dır. (C.C.).
Bu vesile ile,
Mübarek Ramazanızı tebrik ederim.’
17/4/1956
Muhlisiniz Eş-Şeyh İsmail
Kaynak: Müfid Yüksel
**
YORUMLAR
Kürt Mehmed (2
yıl önce): Merhum Şeyh
Abdüsselâm Barzanî şunu bilmiyordu; o dediği Osmanlı çoktan beyaz Türkler ve
dış kuvvetleri tarafından alaşağı edilmiş ve İslam karşıtı bir rejimin ikame
edildiğini bilmiyordu. O zannediyordu ki daha Türkiye Müslümandır. İyiki
mektubu İsmet İnönüye göndermemiş, bari Menderese göndermiş. Türkiye'nin ilk
İsrail devletini tanıyan bir ülke olduğunu da bilmiyordu merhum. Allah ona ve
onun gibi düşünenlere rahmet eylesin.
Türk-Kürt (2 yıl
önce): Bunlar olsa olsa
ABD-İngiliz Şeyhi olurlar. Türk milletinin bunlardan çektiğini hiçbir kalem
yazamaz.
***
TÜRKİYE’NİN
MUSUL VİLAYETİ PETROPOLİTİĞİ
Bekir Aydoğan/Ekopolitik
Araştırmacısı
“Irak’ın önde
gelen ihraç ürünleri marul ve salatalık olsa ve büyük petrol sahaları da Güney
Pasifik’te yer alsa idi, ABD’nin yine de bu ülkeyi özgürleştireceğine inanmak
için bizim yönetenlere sıra dışı bir teslimiyetimiz gerekirdi.”(1)
Vietnam Savaşı,
Arap-İsrail çatışmaları, Körfez, Kosova ve Irak Savaşı’ndaki insan hakları
ihlallerine muhalif duruşuyla bilinen Noam Chomsky; 2003 Irak Savaşı’na ilişkin
2006 yılında böylesi bir açıklama getiriyor ve bu sözler bize; ABD Başkanı
Jimmy Carter’ın 23 Ocak 1980 günü,“Basra Körfezi petrolüne erişim yaşamsal bir
ulusal çıkarımızdır. Bu çıkarımızı korumak için ABD, askeri güç kullanımı da
dâhil her vasıtayı kullanmaya hazırdır.” (2) deyişini hatırlatıyor.
DÜNYA PETROL REZERVLERİNİN
%69.7’SİNE SAHİP ORTA DOĞU
Bugün dünya
petrol rezervlerinin %69.7’sini (3) oluşturan, siyasi çalkantı ve askeri
müdahalelerin çok sık yaşandığı Ortadoğu; bundan yaklaşık 1 asır önce büyük
ölçüde Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bulunuyor, sahip olduğu stratejik
konum ve yer altı zenginlikleri bakımından sanayileşen devletlerinin ilgisini
cezbediyordu. Dönemin bu özellikteki bölgeleri, devletlerin buralarda izlenen
politikalarını ve üstü kapalı da olsa geleceğe ilişkin planlarını belirlemede
etkili oluyordu. Zira bugün olduğu gibi, 1980’lerde ve 20. yüzyılın başlarında
da buna ilişkin izler bulabiliyoruz. Bu konuda dönemin İngiltere Donanma Bakanı
Walter Hume Long, 23 Mart 1920 günü yaptığı bir konuşmada şunları dile
getirmiştir; “Dünyadaki bilinen petrol yataklarını ele geçirebilirsek,
dilediğimiz gibi kullanabiliriz. Eğer, Büyük Britanya ‘ele geçirilebilir’
petrol sahalarına sahip olma fırsatını elinden kaçırırsa, Hükümet ‘ulusal
çıkarlar bakımından en uygun zamanda harekete geçmemekle suçlanacaktır.’
Olağan dışı
fırsatların eşiğindeyiz; ya biz bu kapıdan girmek için gerekeni yapacağız veya
başkaları girecek ve geleceğin anahtarına sahip olacaklardır.”(4) Aslında
Carter ve Long’un bu sözleri; devletlerin petropolitiği, ‘ulusal çıkar’
kavramıyla ne kadar yakın tuttuklarını gösterir ve zaten 21. yüzyılın Avrasya
üzerinde mücadele ile geçeceğini söyleyen Bill Clinton da, 20. yüzyılın
Ortadoğu petrollerine yönelik savaşlarla geçtiğini dile getirmiş ve belki de bu
öngörüyle geleceğin anahtarına sahip olma konusunda ülkesinin ciddiyetini
ortaya koymuştur. Bu noktada ‘ulusal çıkar’olarak görülen petrol
politikalarının güç uygulayarak değil, uluslararası antlaşmalar nezdinde
sürdürülmesi ve ülkelerin iç işlerine müdahale olmaksızın izlenmesi gerektiği
de söylenmelidir.
20. yüzyılın
başlarına döndüğümüzde göreceğimiz manzara şudur ki; Osmanlı Devleti üç kıtaya
yayılmış geniş topraklarına rağmen bir türlü sanayileşmesini tamamlayamamış,
petrol yatakları ve kullanım hakları ile ilgili açık ve net bir petrol
politikası güdemediğinden hudutları dışında ve hatta içinde gerçekleşen petrol
mücadelesinin uzağında kalmıştır. Önceleri Osmanlı Devleti’nin yanında yer alan
batılı ülkeler rakipleri arttıkça ve sömürge alanları daraldıkça bölge üzerinde
kullanım hakları ve imtiyazlar edinmiş; üstelik süreç ilerledikçe bununla da
yetinmeyerek menfaatleri doğrultusunda mutlak güce sahip olma düşüncesiyle
hareket etmişlerdir.(5) Ticari anlaşmalar, demiryolu projeleri ve rekabet
içerisinde olan petrol firmalarının mücadeleleri; tüm Ortadoğu’yu kapsamakla
birlikte, dönemin hegemon ülkesi olan İngiltere’nin sömürge yollarına giden
şimdiki Irak dâhilindeki Basra Körfezi’nde de gerçekleşiyordu.
İngiltere için
Basra Körfezi’nin güvenliği denizden Kıbrıs Adası ile olduğu kadar da, karadan
da Musul Vilayeti çevresiyle sağlama alınmalı ve bölgenin sahip olduğu yer altı
zenginlikleri de mutlak suretle kullanılmalıydı. Bu amaçlar dâhilinde geçen
Birinci Dünya Savaşı sonucunda Türkiye ile bir takım görüşmeler ve antlaşmalar
yapılmış; Musul Vilayeti’nin statüsüne ve bölgeden elde edilen petrol
üzerindeki haklara ilişkin kararlar verilmiştir.
Çizmiş olduğumuz
temelden güçle, makalenin esas ayağını oluşturan Türkiye’nin Musul Vilayeti
petrolü üzerindeki haklarına geçebilir ve batılı devlet adamlarının ‘ulusal
çıkar’ şeklinde tanımladığı petropolitiğin ülkemiz tarafından Musul petrolleri
için nasıl uygulandığını görebiliriz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN
KURULUŞU VE MUSUL PETROLÜ
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulumundan itibaren Osmanlı Devleti’nden kalma borçların
ödenmesi, savaştan yeni çıkan bir milletin ülkeyi kalkındırması açısından
olumsuz bir etken olmuş; öte yandan Musul petrolleri üzerinde Türkiye’nin 5
Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması’ndan doğan hakları, hem bu borçların ödenmesini
hem de ülkenin kalkınmasını sağlayacak maddi gelirin umudu olmuştur. Bu noktada
Ankara Antlaşması ve bu antlaşmanın içerisinde geçen 14 Mart 1925 tarihli Irak
hükümeti ile -antlaşmanın imzalandığı tarihte hisselerinin çoğu İngilizlere ait
olan ve adı 1929 yılında Irak Petrol Şirketi olarak değiştirilen- Turkish
Petroleum Şirketi arasında yapılan antlaşma, Musul petrolleri üzerinde
yapacağımız analizin odak noktasını oluşturmaktadır.
Başbakanlık
Arşivi’nden alınan Ankara Antlaşması’nın petrol hisseleriyle ilgili 14.
maddesini incelediğimizde konuya referans olabileceğini görebiliriz. Üçüncü
Fasıl, Ahkâm-ı Umumiye Madde -14: Her iki memleket arasında menafi-i
müştereke sahasını tevsi etmek maksadıyla Irak Hükümeti işbu muahedenin mevki’i
meriyete vaz’ı tarihlerinden itibaren yirmi beş sene müddetle berveçh-i zir
alacağı aidatın yüzde onunu Türkiye Hükümeti’ne tediye edecektir.
A)14 Mart 925
tarihli imtiyaz mukavelesinin onuncu maddesi mucibince ‘Turkish Petroleum
Campany’den,
B) Bâlâdaki
imtiyaz mukavelesinin altıncı maddesi mucibince petrol ihraç edebilecek olan
şirketlerden veya eşhastan,
C) Bâlâda
zikredilen imtiyaznamenin 33. maddesi mucibince teşekkül edebilecek olan muavin
şirketlerden.”(6) 5 Haziran 1926 tarihindeki Ankara Antlaşması’nın -“Türkiye
ile İngiltere ve Irak arasında Türk Irak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri
Andlaşması”- 14’üncü maddesini şu şekilde açıklayabiliriz;
Irak Hükümeti, işbu Andlaşmanın yürürlüğe
konulması gününden başlayarak 25 yıl süre ile aşağıda gösterilen gelirlerin %
10’unu Türkiye Hükümetine ödeyecektir.
A) 14 Mart 1925
günlü Ayrıcalık Sözleşmesi’nin 10. Maddesi uyarınca “Turkish Petroleum”
Şirketinden,
B) Yukarıda
anılan Ayrıcalık Sözleşmesi’nin 6. Maddesi uyarınca petrol ihraç edebilecek
olan ortaklıklardan ya da kişilerden, C) Söz konusu Ayrıcalık Sözleşmesi’nin
33. Maddesi uyarınca kurulabilecek yan ortaklıklardan.(7) Ayrıca Türkiye, Irak
gelirlerinden alacağı ‘royalty’ hakkından 5 Haziran 1926’dan itibaren 500.000
sterlin karşılığında 12 ay içinde vaz geçebilecektir.
Bu minvalde; 14
Haziran 1926’da Ankara Antlaşması Irak Meclisi tarafından kabul edildikten
sonra Türk basınında Türkiye’nin 500 000 sterlin alarak %10’luk payından
vazgeçtiği yazılmış ve bu haberlerin yanlış olduğuna dair açıklama 17 Haziran
tarihinde Anadolu Ajansı vasıtasıyla yapılmıştır.(8) Bu konuda detaylı
açıklamaların bulunduğu “İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik” adlı kitabın
yazarı-20. ve 21. dönem Ankara Milletvekilliği ile Başbakan Yardımcılığı ve
Milli Eğitim Bakanlığı yapan- Hikmet Uluğbay’a göre Türkiye, Ankara
Antlaşması’nın ekinde yer alan 500 bin sterlinlik toptan ödemeyi seçtiğine
ilişkin olarak, antlaşmadan itibaren 12 ay içerisinde Irak Hükümetine bir
bildirimde bulunmamıştır. Değiştirilen mektup notasında toptan ödemenin tercih
edilmesi hâlinde bu seçimini 12 ay zarfında Irak Hükümetine bildirme
zorunluluğu vardır. Türkiye, böyle bir bildirimde bulunmadığından, Turkish
Petrol Şirketi’nin Irak Hükümeti’ne ödeyeceği royalti gelirinin yüzde 10’unu
alma hakkını tercih etmiştir.
1934 yılında başlayan, 1958
yılına kadar Bütçe Kanunlarının, Devletin gelir kaynaklarının gösterildiği “B”
Cetvellerine “Sözleşmesi Gereğince Musul Petrollerinden Alacak” diye bir gelir
kaleminin konulmaya başlanması ise buna somut bir kanıttır. Aynı alacak,
1959-1985 yılları arasında da Bütçe Kanununun metni içine bir madde hükmü
olarak konulmaya devam etmiştir.
İkinci kanıt ise
1934-1954 dönemine ait “Kesin Hesap Kanunları”nda “Sözleşmesi Gereğince Musul
Petrollerinden Alınan” hükmü çerçevesinde yapılan tahsilat rakamlarına yer
verilmesidir.(9) Hem o dönemin resmi açıklamalarından hem de Hikmet Uluğbay’ın
yaptığı araştırmalardan Türkiye’nin 500 bin sterlin ödemesini seçmediğini
anlayabiliriz. Bu noktada Ankara Antlaşması’nda geçen Turkish Petroleum
Şirketi’nin Irak petrolleri üzerinde sahip olduğu hakları, Türkiye’nin sahibi
olduğu petrol gelirleri hakkını etkilediğinden, T.P. Şirketinin ne gibi haklara
sahip olduğunu da vurgulamak gerekir. “Türk Petrol Limited Şirketi’nin Irak
Hükümeti ile imzaladığı, 14 Mart 1925 tarihli Sözleşme’nin bazı maddeleri:
Madde 1- Hükümet, şirkete aşağıda belirtilen şartlarda, petrol, nafta,
doğalgaz, ozokerit (yermumu) maddelerinin ve türevlerinin aranması,
çıkarılması, işletilmesi, taşınması ve satılması ile ilgili ticari
faaliyetlerde bulunma ayrıcalık hakkını vermiştir.
Madde 3- Bu
sözleşmenin ilişkili olduğu alan bundan böyle “tanımlanmış alan” olarak anılacaktır.
Aksine hüküm olmadıkça, transfer edilmiş bölgeler hariç Irak’ı ve eskiden Basra
Vilayeti olarak anılan bölgeyi kapsayacaktır. Irak’ın hudutları
belirlendiğinde, “tanımlanmış alanın” sınırlarını açıkça belirleyecek ayrı bir
sözleşme hükümet ile şirket arasında icra edilecektir.
Madde 10- Bu
sözleşme ile tanınmış ayrıcalıkla ilgili olarak, şirket, hükümete birinci
maddede belirtilen maddelerin tonu başına royalti ödemesinde bulunacaktır.
Royalti aşağıdaki şekilde hesaplanacaktır; (1) İhraç için inşa edilecek boru
hattının tamamlanmasından itibaren yirmi yıl süre ile ton başına dört (altın)
şilin olacaktır.” Bu konuda Uluğbay’a göre; Irak Hükümeti ile Türk Petrol
Şirketi arasında imzalanan 14 Mart 1925 tarihli Ayrıcalık Sözleşmesi’nin 1’inci
maddesi ile ayrıcalık hakkının kapsamı belirlenmiştir. Buna göre, Irak
Hükümeti, ülkesinde şirkete “petrol, nafta, doğalgaz, ozokerit (yermumu)
maddelerinin ve türevlerinin aranması, çıkarılması, işletilmesi v.b. ticari
faaliyetlerde bulunma hakkını” vermiştir.
Görüldüğü üzere,
Irak Hükümeti’nin, dolayısı ile Türkiye’nin royalti hakkı sadece petrolle
sınırlı olmayıp, sayılan bütün maddelerle ilgilidir. Aynı şekilde Sözleşme’nin
3. maddesine göre royalti sadece Musul Vilayeti’ni değil, tüm Irak
topraklarında yukarıda sayılan maddelerin işletilmesi ve ticaretini
kapsamaktadır.(10)
İhsan Şerif
Kaymaz’a göre ise Irak hükümeti ile Turkish Petroleum Şirketi’nin arasındaki
anlaşmanın esasları şu şekildedir: Irak Hükümeti’nin T.P.C.’nin yönetim
kurulunda oy hakkı bulunmayacak; yalnızca şirketin üretim alanını ve yönetim
bürolarını denetleme yetkisi olacaktı. Bir başka deyişle Irak, şirketin,
üretim, işletme ve dış satımla ilgili karar sürecinin dışında bırakılıyordu.
Ayrıcalık alanı, Basra Vilâyeti’nin bir bölümüyle transfer edilen topraklar
dışındaki Irak arazisinin tamamını kapsıyordu. Bu, Irak’ın toplam yüzölçümünün
üçte ikisine denk gelen bir alandı. Ayrıcalığın süresi yetmiş beş yıl olacaktı.
Şirket, 1927
yılı Kasım ayına değin, kendi belirleyeceği, her biri sekiz mil kare alanındaki
yirmi dört üretim bölgesinde çalışmalara başlayacak; 1931 yılı Mart ayına dek
toplam 36.000 feet ,
yaklaşık 11.500 metre
derinliğinde test sondajı tamamlanacak; izleyen her yıl da 12.000 feet yaklaşık 4.000 metre yeni sondaj
yapılacak; bu işlem, petrol alanları işletmeye açılıp, petrolün boru hatlarıyla
uygun limanlara ulaştırılmasına dek sürdürülecekti. Test sondajı tamamlandıktan
sonra dört yıl içinde yani 1935 yılı sonuna değin petrolü denize ulaştıracak
boru hatları yapılacaktı. Şirketin, petrolün çıkarılması, işletilmesi,
depolanması ve nakliyesi için getireceği her türlü araç-gereç, gümrük vergi,
resim, harçlarından; şirketin üretip satacağı petrol de dış satım vergisinden
muaf tutulacaktı. Irak’a üretilen petrol için ton başına dört şilin royalty
ödenecek; söz konusu ödeme, boru hattının tamamlanmasından başlayarak yirmi yıl
süreyle (yani kabaca 1955 yılı sonuna dek) yapılacaktı. Yirmi yılın sonunda
royalty miktarı kazanç-kayıp oranına göre artırılacak ya da azaltılacaktı. Bu
süre boyunca, Irak’ın iç gereksinimleri karşılanmadan dışarıya petrol
satılmayacak, yetmişbeş yılın sonunda Irak, şirketin, ülkedeki tüm taşınmaz mal
varlığının sahibi sayılacaktı.(11)
Görüldüğü gibi Türkiye’nin
elde edeceği petrol gelirleri Uluğbay’a göre Irak’ın tümünü kapsamakla birlikte
geliri ödenecek ürün sadece petrol ile sınırlı değildir ve royalty birim
miktarı, ilk yirmi yıl için sabitlenmiştir. Kaymaz’a göre ise Irak’ın toplam
yüzölçümünün üçte ikilik kısmını kapsamaktadır.
Bir diğer önemli
konu ise Türkiye’ye ödemelerin ne zaman yapılacağı ile ilgilidir. Ankara
Antlaşması’nın 14. Maddesi’nde bu konu her ne kadar antlaşmanın imzalanmasına
müteakip şeklinde belirlenmişse de, petrolün transfer edileceği boru hatları
henüz tamamlanmadığından bu konu, Irak Hükümeti ile Irak Petrol Şirketi
arasında 19 Mayıs 1931 günü yapılan ek sözleşmeyle ele alınmıştır. Buna göre
şirket, Irak Hükümeti’ne boru hattının tamamlanmasına kadar her yıl 400 bin
sterlin ödemesi yapmayı kabul etmiş ve ödenecek miktarların yarısı ileride
ödenecek royaltiden mahsup edilmiştir. Uluğbay’a göre Türkiye ile Irak arasında
11 Ocak 1932 tarihinde imzalanan bir antlaşma çerçevesinde değiştirilen mektup
notası, royalty ödemelerini 1931 yılında başlatacak belgeler içeriyor ve bu
nedenle Türkiye 1931-1955 yılları döneminde 25 yıl süre ile royalty tahsili
elde etmesi gerekiyordur.
Boru hatlarının
tamamlanma tarihi Uluğbay’a göre 1934 yılında gerçekleşmiştir ve bu sebepten
ötürü 1935 yılında başlanacak ödemeler, Türkiye ile Irak hükümeti arasındaki anlaşma
gereğince 1931 yılında başlatılmıştır. Prof. Dr. Nevin Coşar’a göre; Türkiye,
1931 yılından 1951 yılına kadar 1945 yılı hariç ödemeleri tahsil etmiş, 1954
yılında ise 1945 yılında ödenmeyen ücretin yerine Irak hükümetince Türkiye’ye
bir ödeme yapılmıştır. Ayrıca 1931’de tahsilatın başlamış olmasına rağmen Irak
hükümeti, ödemenin Ankara Antlaşması’nı müteakip 25 yıl süreceğini iddia
ettiğinden ödemeleri durdurmuştur.(12) Hikmet Uluğbay, Nevin Coşar’dan farklı
olarak royalty(13)ödemelerinin 1935 yılında tamamlanan boru hattından dolayı
1931 değil de 1935 yılında başladığını, ondan öncekilerin T.P Şirketi’nin Irak
hükümetine ödediği avans gelirleri olduğunu yazmıştır. Ayrıca Uluğbay
hazırladığı ödemeler tablosuna(14) göre, Türkiye’nin 3,5 milyon sterline karşılık
gelen bir tahsilat yaptığını; ama 26 milyon sterlin değerinde alacağının da var
olduğunu ileri sürmüştür. Dolar olarak düşünüldüğünde bu tutar; 72.8 milyon,
günümüz petrol değerleri üzerinden hesaplandığında 755.2 milyon ve 1955 yılı
sonrası faiz oranlarını kullanarak hesaplandığında ise 1.644.7 milyon dolar
olarak karşımıza çıkıyordur.(15)
Yine Uluğbay’a
göre, 1950’li yıllarda Irak’ın ödemeleri yapmamasında Türkiye’deki hükümet
değişimleri ve Amerika tarafından yapılan Marshall Planı dahilindeki mali
yardımlar da etkili olmuştur.
İlhan Uzgel ve
Ömer Kürkçüoğlu ise; Hikmet Uluğbay’ın konuyla ilgili yaptığı araştırmaları en
güncel çalışma olarak nitelemiş ve ek saptamalarda bulunmuşlardır.
1954-1955 döneminde Türkiye Irak’la
birlikte Bağdat Paktı’nı kurduğu için ilişkiler iyileşmiş, 1958’e kadar bu
fasıl (Türkiye’nin Irak’tan alacakları) bütçeden çıkartılmış, fakat 1959
bütçesine tekrar konulmuştur.
Çünkü 1958’de bu ülkede General Kasım darbesi
yapılmış bulunmaktadır. Yalnız, darbeden sonra, artık bu alacak bütçedeki gelir
cetveli içinde değil, ayrı bir bütçe maddesi olarak gösterilmiştir. Bundan
amaç, bütçe maddeleri TBMM’de ayrı ayrı tartışıldığından, konunun altını çizmek
ve alacağı daha güçlü dile getirmektir.
Bu uygulama da 1980’lere dek
devam etmiş; fakat Özal iktidarı sırasında Orta Doğu ülkeleriyle ve özellikle
Irak’la ticari ilişkiler geliştirildiği için tahsil edilmeyen; ama Türkiye’nin
bu alacağını unutmadığını gösteren söz konusu madde; Hazine, Dışişleri
Bakanlığı ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın da olumlu görüşleriyle 1986’dan
itibaren bütçeden çıkarılmıştır.(16)
Türkiye’nin 5
Haziran 1926 Ankara Antlaşması ile elde ettiği petrol gelirlerinin kendisine
tam olarak ödenmediği mevcut belgeler ışığında ortadadır. Hikmet Uluğbay, Nevin
Coşar ve konuyla ilgili araştırma yapan birçokları, alacak rakamları konusunda
somut verilere ulaşmışlardır. Bahsi geçen miktarlar Türkiye’nin kalkınmasına ve
gelişme hızına olumlu etki edecek yönde olmakla, Türk Dışişleri’nin dikkatinden
kaçmayacak ‘ulusal çıkar’ nispetindedir.
*Bekir
Aydoğan/Ekopolitik Araştırmacısı
Kaynakça:
[1]-Buncombe
Andrew, “Saddam: The question that will live on”, The Independent Online
December 30, 2006
[2]-Klare T.
Michael, “Blood and Oil”, Metropolitan Books, s. 46.
[3]-http://www.opec.org/opec_web/en/data_graphs/330.htm
[4]-Hornbeck
Stanley K., “The Struggle for Petroleum”. The Annals of The American Academy of
Political and Social Sciences Cilt CXII, Mart 192, s. 164.
[5]-Ayrıntılı
bilgi için bkz: Bekir Aydoğan, 20. Yüzyıl Başlarında Petrol ve Ortadoğu
[6]-26 Temmuz
1946 tarihli Başbakanlık Yazı İşleri ve Sicil Müdürlüğünden çıkmış, Türkiye –
İngiltere ve Irak Hükümetleri Beyninde Ankara’da 5 Haziran 1926 Tarihinde
Münakit Hudut ve Münesabat-ı Haseney-i Hemcivarî Muahedenamesi (Kanun: 911)
Konulu Arşiv Belgesi, Dosya No: 402A254, Fon Kodu: 30.10.0.0, Yer No:
226.522..15. numaralı arşiv belgesi, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Ankara.
[7]-Soysal
İsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları Cilt I, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
s. 313.
[8]-Tahir Kodal,
Musul Sorunu (Türk Basınına Göre, 1923-1926), Ankara, 2002, s. 413.
[9]-Ayrıntılı
Bilgi için Bakınız: Global Enerji Dergisi, 20. Sayı, Irak Petrolleri ve Royalti
Alacakları
[10]-Uluğbay
Hikmet, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, Ayraç Yayınları 2003, s. 517.
[11]-İhsan Şerif
Kaymaz, Musul Sorunu, s. 559.
[12]-Ayrıntılı
tablo için bakınız: Nevin Coşar, “Musul Petrollerinden Türkiye Bütçesine Gelen
Paralar”, Tarih ve Toplum Dergisi, c. VII, No: 38, İstanbul, 1977, s. 14.
[13]- “
Türkiye’ye Irak petrol üretiminden ödenmesi gereken %10’luk hisse”
[14]-Uluğbay,
a.g.e
[15]-Ayrıntılı
bilgi için bakınız: Uluğbay, a.g.e. , s. 456. ,457.
[16]-Baskın
Oran, ed., Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar I.Cilt, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006, s. 269. , 270.
***
Aşiret reisi olmaya dahi karakteri yetmeyen Çapulcu
Barzani'ye: "STATÜKO ANTE" mutlaka dayatılmalı; İki Yüzlü Kalleş ve
Küstah ABD'ye: "Küre, DİYARBAKIR Kaçak Üssü ve İNCİRLİK'e ACİLEN VE DERHAL
KAPATMA" Yaptırımı uygulanması Şarttır.
BARZANİ’YE
KARŞI ELİMİZDEKİ BÜYÜK KOZ: "STATÜKO ANTE"
AHMET TAKAN
Çapulcu başı
Barzani, ateşe odun taşımakta ısrarcı… Küstahça meydan okumaya devam
ediyor. 25 Eylül’de Kuzey Irak’ta bağımsızlık konusunda referandum
düzenleyeceğini her gün papağan gibi tekrarlıyor. Dış destekçileri hepinizin bildiği
gibi. Sırtını sıvazlayıp duruyor!.. İran referanduma şiddetle karşı
çıkıyor. Peşmerge paçavrasını Türkiye’de göndere çeken AKP iktidarı
sessiz kalarak çapulcu başına ve sözde Kürt devletine desteğini sürdürüyor.
Peki, bu duruma karşı, Türkiye çaresiz mi?.. Eli kolu bağlı mı?.. Uluslararası
anlaşmalardan kaynaklanan hakları yok mu?.. Tabii ki var. Hem de kapı gibi!..
Ama bunların gündeme getirilmesi ve harekete geçilmesi için
önce millî bir Hükümet gerekli.
Sene 2002… ABD’nin
Bahreyn Manama’da konuşlu 5’inci Deniz Kuvvetleri Filosu’nun Komutanı
Koramiral Timoty Keatings, Ürdün Amman’da katıldığı bir resepsiyonda Türk
Askeri Ataşesi’ne önemli açıklamalarda bulunur… Koramiral
Keatings, "ABD’nin, İngiltere ve Türkiye ile birlikte Irak’ta savaşa
girmek istediğini ve Saddam yönetiminin devrilmesi sonrasında Irak’ı üçe
bölerek kuzeyde Kürt Devleti orta bölgede Sünni Devleti ve güneyde Şii Devleti
kuracaklarını" söyler.
Türk Askeri
Ataşesi’nin, "Kuzey Irak’ta 3,5 milyon Türk var, onlar ne
olacak?" sorusuna verilen cevap daha da ilginçtir.
Keatings, "Kuzey Irak’taki Türkler, kurulacak Kürt Devletinin
egemenliği altında yaşarlar, beğenmezlerse Türkiye’ye giderler" der.
Bunun üzerine Türk Askeri Ataşesi, şiddetli bir tepki
gösterir, "Irak’ın üçe bölünmesi halinde 5 Haziran 1926
Antlaşması’nın geçerliliğini yitireceği ve ‘statüko ante’ye dönülerek
Musul ve Kerkük petrol alanları dahil olmak üzere Kuzey Irak bölgesinin Türk
toprağı olacağını" ABD’li generalin suratına haykırır. Türk Askeri
Ataşesi’nin, "ABD’nin kurmak istediği devlet Kürt Devleti mi yoksa
İkinci İsrail Devleti mi" sorusuna karşılık olarak Koramiral
Keatings, "yorum yok" demekle yetinir, pabucun pahalı
olduğunu görünce hemen oracıktan sıvışır!..
Merak ettiniz
değil mi bu Türk Askeri Ataşesi’nin kimliğini?.. YENİÇAĞ okurları çok
yakından tanır. Yıllardır Ege’deki adalarımızın Yunanistan tarafından nasıl
işgal edildiğini belgeleriyle ortaya çıkaran ve yılmadan mücadelesini sürdüren,
Millî Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay AlbayÜmit Yalım.
Yıllar önce,
bizzat kendisinden dinlediğim bu olayı yazmak için müsaadesini aldığım Ümit
Yalım ile, "Barzani’nin karşısında Türkiye çaresiz mi?"yi
konuştuk. Yalım, tarihi gelişimi sıraladıktan sonra" Bağımsız Kürt
Devleti" ifadesinin tamamen paravan olup Kuzey Irak’ta
kurulacak olan İkinci İsrail Devleti‘ni gizlemek için kullanıldığının
altını çizdi, "referandumun gerçekleşmesi ve bağımsız devlet
kurulmasına karar verilmesi halinde Türkiye ve İran, İkinci İsrail
Devleti ile komşu olacak"dedi. AKP iktidarının da Barzani’ye zemin
hazırladığını örnekleriyle anlatan Ümit Yalım şunları söyledi:
"Amerika,
Irak Savaşı sonrasında Saddam yönetimini devirdikten sonra,
Kerkük-Ürdün-Hayfa/İsrail Petrol Boru Hattını açmak istedi. Ancak Ürdün
Hükümeti boru hattını açmayı kabul etmedi. Amerika, Ürdün’ün açmadığı petrol
boru hattı yerine daha kolay bir yol seçti ve petrolün Türkiye üzerinden Akdeniz’e
çıkarılmasını sağladı. Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti, boru hattını işletmeye
açarak Barzani yönetimine hayat öpücüğü verdi ve İsrail’in petrol maliyetlerini
düşürdü. Barzani, PKK terör örgütüne silah, mühimmat, yiyecek ve giyecek
desteği sağlıyor. Yani Türkiye üzerinden Akdeniz’e çıkarılan petrol, Mehmetçiğe
kurşun olarak geri dönüyor."
"Kuzey
Irak’ta İkinci İsrail Devletinin kurulması halinde Irak’ın güney bölgesinde
bulunan Şiilerin de İran ile birleşmesi kaçınılmaz bir durumdur. Böyle bir
birleşme bölgedeki gerilimi iyice artıracaktır" diyen Ümit Yalım,
Türkiye’nin haklarını nasıl savunabileceğini tane tane anlattı:
"Türkiye
ile Irak arasındaki sınırı belirleyen ve komşuluk ilişkilerini düzenleyen
Ankara Antlaşması, 5 Haziran 1926 tarihinde, Türkiye, Irak ve İngiltere
arasında imzalanmıştır. Antlaşmanın1’inci maddesi ile Türk-Irak hududu,
Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihinde kararlaştırıldığı
şekilde (Brüksel Sınır Çizgisi) kesinleşmiştir. Kuzey Irak’ta bağımsız bir
devlet kurulması halinde1926 Ankara Antlaşması ile Milletler
Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihli kararı ortadan kalkmış
olacaktır. Böyle bir durumda ‘statüko ante’ye dönülerek Musul ve
Kerkük petrol alanları dahil olmak üzere Kuzey Irak bölgesi yeniden Türk
toprağı olacaktır.
Türkiye ne
yapmalı?
Türkiye, 1926
Ankara Antlaşması’nın tarafları olan İngiltere ve Irak nezdinde diplomatik
girişimlerde bulunmalı, tarafları referandumun neden olacağı vahim sonuçlar
konusunda uyarmalı ve referandumun yapılmasına kesinlikle engel olmalıdır.
Türkiye,
İngiltere ve Irak’ın yeterli tepki vermemesi halinde 29 Mart 1946
Türkiye-Irak Dostluk ve iyi Komşuluk Antlaşması’nın 11’inci maddesinden
kaynaklanan hakkını kullanarak uygun tedbirlerle referanduma engel
olmalıdır. Anılan madde Türkiye’ye, Irak’ın ülke bütünlüğüne yönelik
hareketlere karşı engel olma yetkisi vermektedir.
Kuzey
Irak-Ceyhan boru hattı derhal kapatılmalı; Barzani’nin Türkiye’de bulunan
paravan şirketlerine el konulmalıdır.
1926 Ankara
Antlaşması’nın taraflarına, ABD ve Birleşmiş Milletler’e, Kuzey
Irak’ta referandum yapılması halinde Türkiye’nin "statüko ante"den
kaynaklanan hakkını kullanacağı diplomatik nota ile duyurulmalıdır."
Lozan’ı
beğenmeyenler!.. Her şey ortada… Haydi bakalım görelim sizi!..