5 Eylül 2013 Perşembe

6 (7) EYLÜL 1955 OLAYLARI!...........

6 EYLÜL 1955 OLAYLARI KONUSUNDA
KENDİ KALEMİZE ATTIĞIMIZ GOLLER
Mehmet Arif Demirer
Türk medyası, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra, 6 Eylül 1955 günü 6 saat süren olayları 48 saat sürmüş gibi, ‘6/7 Eylül Olayları’ olarak tanımlamıştır. Çarpıcı bir örnek, Prof. Dr. Mümtazer Türköne’den. Koskoca bilim adamı bakınız neler yazmış, F Gülen’in ZAMAN Gazetesinde: “Tam 54 yıl önce, 6-7 Eylül 1955'te İstanbul iki gün devam eden bir yağmalamaya sahne oldu. İki gün boyunca Rum azınlık başta olmak üzere Ermeni ve Yahudilerin dükkânları, evleri, okulları ve mabetleri tahrip edildi ve yağmalandı. Savaş gibi bir yıkım yaşandı.” (ZAMAN, 25.1.2009)
“29 Ağustos ve 8 Eylül 1955 tarihleri arasında Londra’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere heyetlerinin arasında toplanan Kıbrıs Konferansı’nda heyet başkanımız Fatin Rüştü Zorlu’nun açıkladığı Türkiye’nin yeni Kıbrıs Tezi çok başarılı olmuş, Yunan heyeti panik içinde 2 Eylül Cuma akşamı talimat almak için Atina’ya dönmüştü. 
Türk tezi, Lozan Barış Antlaşması’na dayandırılmıştı. Türkiye, Kıbrıs adası üzerindeki egemenliğini Lozan’da İngiltere’ye bırakmıştı. Belgenin altında iki imza vardı, Türkiye ve İngiltere. Dolayısı ile Yunanistan Kıbrıs konusunda TARAF değildi. Eğer İngiltere Kıbrıs adası üzerindeki egemenliğinden kısmen veya tamamen vazgeçecek ise ada eski sahibine dönmeliydi. Bu, Yunan dış politikası için hezimet demekti. Konferans bu tezi kabul ederek sonuçlanır ve sonuç bildirisinde Kıbrıs konusunda Yunanistan’ın taraf olmadığı belirtilirse, Yunanistan’ın ve Kıbrıs’taki Rumların 1931 yılında beri uğraş verdikleri ENOSİS (adanın Yunanistan’a ilhakı) hedefi Kıbrıslı Türklerin deyimi ile sıfırla çarpılmış olacaktı.  
O hafta sonu Yunan Derin Devleti fazla mesai yapmıştı. 5/6 Eylül gecesi Selanik’te ATATÜRK Müzesi’nde bir bomba patlamış binanın birkaç camı kırılmıştı.
Konferans’ta 6 Eylül sabahı Zorlu, Yunan Dışişleri Bakanı’na karşı ATATÜRK Müzesi binasını yeterince koruyamadıkları için çok sert bir konuşma yapmış, Yunan Bakan da özür dilemiş ve “Bunu yapan gerçek bir Yunanlı olamaz. Araştırmalarımız sürüyor. Er geç kimin yaptığını bulacağız” şeklinde cevap vermişti.
Bu gelişmeleri o tarihteki gazetelerden hiç araştırmayan 27 Mayıs sonrası Türk basını, hiç utanmadan ve sıkılmadan; Yassıada’daki düzmece davayı esas alarak, olayları Londra konferansında zor durumda olduğunu iddia ettikleri Zorlu’nun talebi ile Menderes ve 27  Mayıs’tan hemen sonra intihar eden olaylarda İçişleri Bakanı olan Namık Gedik’in tertiplediğini yaza gelmiştir, tam elli yıldır.
İki örnek:
Ayşe Hür – Taraf 7 Eylül 2008
Hasan Pulur – Milliyet 11 Eylül 2008
5 Eylül’de, Hikmet Bil’le bir akşam yemeği yiyen Menderes, Zorlu’nun Londra’dan gönder-diği telgraftan söz edecekti.
Telgrafta Zorlu, görüşmelerde zor durumda kaldığını, müzakere koşullarının zor olduğunu, orada artık ‘dizginlenemeyen’ bir Türk kamu oyundan söz etmeyi arzuladığını yazıyordu….
Artık iş barut fıçısını patlatacak kıvılcımı çakmaya gelmişti…
İstanbul Ekspres adlı 20-30 bin tirajlı bulvar gazetesi, haberi iki ayrı baskıyla duyurdu.
İÇİNDE yaşadığımız halde, bu olayı öylesine unutmuşuz ki, cumhuriyet tarihinin en rezil sayfalarından biri.
Siyasi iktidar Kıbrıs görüşmelerine baskı yapmak için bir gece (6-7 Eylül 1955) İstanbul’u yağmalatır, yakıp yıktırır, İngilizlere ve Yunanlılara “Türk halkının Kıbrıs konusunda ne kadar hassas olduğunu gösterecektir.”
Gösterdik, rezil olduk.
Hedef önce azınlıklar, başta Rumlar, sonunda da toptan yağma...
6/7 Eylül gecesi, sabaha kadar, T.C. Londra Büyükelçiliğinde toplantı halinde olan Türkiye heyeti, 7 Eylül sabahı konferansta olaylar nedeniyle Yunan Dışişleri Bakanı’ndan benzer bir çıkış bekliyordu: “Nasıl olur da İstanbul’da soydaşlarımızın evlerine, işyerlerine yapılan saldırıları durdurmadınız…” gibi. Türk heyeti başkanı Zorlu’nun, bir gün önce Yunan Dışişleri Bakanı gibi, özür dilemesi ve “Bu olayları tertipleyenler gerçek Türk olamazlar. Araştırmaya başladık…” şeklinde konuşması kararlaştırılmıştı.
7 Eylül sabah Konferans’ta Yunan Dışişleri Bakanı hiçbir şey söylemedi. Bir serzenişte bulunmadı. Olayları hiç duymamış gibi davrandı.
Bu son derece önemli ayrıntıyı Emekli Büyükelçi rahmetli Mahmut Dikerdem Ortadoğu’da Devrim Yılları başlıklı kitabında yazdı. Araştırmacı yazarlarımız nedense bu olayı, Yunan Dışişleri Bakanı’nın 7 Eylül sabahı neden suskun kaldığını hiç araştırmadılar ve hiç önemsemediler?            
İstanbul’da olaylar saat 18:00’de başladı. İstanbul Ekspres gazetesi ikinci baskı yaparak Selanik’teki bomba olayını abartılı bir şekilde vermişti:
            Olayların birinci aşaması, saat 18:00 - 20:00
Üniversite gençliğinin saat 18:00 - 20:00 arasında Selanik’teki olayı protesto etmek için İstiklal Caddesinde (Taksim’e kadar) yürüyüşü  
Olayların ikinci aşaması, saat 20:00 -22:00:
Cibali sigara fabrikası işçileri ile işsiz gençlerin İstiklal Caddesi ağırlıklı olmak üzere ev ve İşyerlerini tahrip etmeleri
Olayların üçüncü aşaması, saat 22:00 -24:00:
Şehir varoşlarından gelenlerin tahrip edilen işyerlerini yağmalaması
Olayların sonu: Saat 20:00’de  beklenen askerin (19 tabur) gecikmeli olarak 24:00’de gelmesi, hükümetin sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan etmesi ile olaylar sona ermiştir.
Olaylar başlamak üzere iken trenle Haydarpaşa’dan Ankara’ya gitmek üzere ayrılan Cumhurbaşkanı Bayar ve Başbakan Menderes olayları Sapanca’da duymuşlar, derhal geri dönerek saat 24:00’de İstanbul Valilik binasına ulaşmışlardır. Gezi Olaylarının hemen ardından Fas’a giden günümüz Başbakanından çok farklı olarak.
Olaylardan iki yıl sonra, 1957 seçimlerinde özellikle Rumların oyları DP’ye yönelmiş ve Adana ve Ankara’yı dahi kaybeden DP, İstanbul’da azınlık oyları ile seçim kazanmıştır.
            Olaylarda zarar görenlere önemli miktarda tazminat ödenmiştir.
Olaylar nedeniyle İstanbul Rum veya Ermenileri İstanbul’u terk etmemişlerdir. Bunun kanıtı 1959 yılında Yunanistan Başbakanı Karamanlis’in Türkiye ziyaretinde oluşturulan İkili Komisyondur. İki ülkenin seçkin diplomatları Zeki Kuneralp ve Dimitri Bitsios başbakanlarının talimatı ile İstanbullu Rumların ve Batı Trakya’daki Türklerin sorunlarını incelemek üzere çalışmalar yapmış ve hükümetlerine bir rapor sunmuşlardır. Bu rapor yayımlanmıştır.
Yunan Dışişleri Bakanı Averoff, anılarında (Cyprus –Lost  Opportunities, Kıbrıs - Yitirilen Fırsatlar) bu komisyondan bahsederken İstanbul’da 65 bin Rum olduğunu  yazmıştır. Buna yaklaşık 15 - 17 bin Elen (Yunanistan uyruklu İstanbullu) eklenince 1955 yılındaki İstanbul’daki Rum artı Elen nüfusu çıkar: 90 bin.
İstanbul’dan göç, 1964 yılında Kıbrıs’ta Rumların Türklere karşı giriştikleri soykırıma karşı bir şey yapamayan İnönü Hükümeti’nin 16 Mart tarihinde aldığı bir kararla İstanbullu Elenleri yurtdışına göndermesi sonucu başlamıştır. Elenler 1930 yılında ATATÜRK –Venizelos mutabakatı ile İstanbul’da yaşamalarına, taşınmaz mal almalarına ve işyeri kurmalarına izin verilen Yunanistan uyruklu İstanbullulardı.
27 Mayıs Darbesi’nden hemen sonra, DP’nin dört kurucusundan biri, yıllarca Dışişleri Bakanlığı yapmış, olaylarda Başbakan Yardımcısı olan Fuat Köprülü, kişisel Menderes-Zorlu kinine yenik düşerek, oğlunu da ateşe atmak pahasına aşağıdaki ihbarı yapmıştır. O tarihte kadar ne Rumların, ne Yunanistan’ın böyle bir iddiası vardı.
               Fuat Köprülü’nün oğlu Dr. Orhan Köprülü, olaylarda DEMOKRAT PARTİ İstanbul İl Başkanı idi!
Bu ihbar üzerine Yassıada’da bir hukuk skandalı olan 6/7 Eylül Olayları Davası sahnelenmiş ve T.C.Yargısı kendi kalesine bir penaltı gölü atarak T.C. Dışişleri Bakanı ile T.C. Başbakanının olayları tertiplediği yönünde karar vermiştir, 5 Ocak 1961.
Bir gün sonra Dr Orhan Köprülü, darbecilerin başına getirilen Cemal Gürsel’in Devlet Başkanı kontenjanından Kurucu Meclis üyeliğine atanmıştır. Yassıada yargılamalarındaki hukuksuzluğun en belirgin kanıtı bu karar ile bu atamadır.     
Günümüzde Türkiye düşmanları Yassıada’daki kararı “İşte kendileri bile olayları Türk hükümetinin en yetkililerinin tertiplediğini mahkeme kararı ile tescil ettiler” diyerek aleyhimize kullanmaktadır.
Olayları, her üç aşamada, yapanlar Türklerdir. Olayları tertipleyenler ise Londra’daki Kıbrıs Konferansı’nın sonuç bildirisi yayımlamadan dağılmasını isteyen Yunan Derin Devletidir.
Selanik’teki bomba ile İstanbul Ekspres’in yazı işleri müdürü Gökşin Sipahioğlu’nun ikinci baskı yapmak yönündeki ısrarı ve bomba olayını gerçek boyutunun dışına çıkararak çok abartması bu tertibin birer halkalarıdır.
Olaylar ATATÜRK’e karşı yapılan saygısızlığa tepki olarak patlak vermiş ve polisin yetersizliği ve askerin gecikmesi nedeni ile 4 saat süre ile kontrol edilememiştir. Polis bütün gücü ile başta Patrikhane ve Yunanistan Başkonsolosluğu olmak üzere tüm konsoloslukları korumuştur. Bunların bir camı bile kırılmamıştır. Trafik sıkışmış ve kilitlenmiştir.
Zorlu Londra’da 7 Eylül akşamı otelde bekleyen Yunan gazetecilere şöyle konuşmuştur:      
“Yunanistan’da sefaretimiz, konsolosluklarımız polis muhafazası altında, “Memleketimizde Örfi İdare ilanına mecbur olduk,
“Kıbrıs’ta çıkarılan gürültüleri (EOKA’nın faaliyetleri) bastırmak üzere İngiltere oraya asker yolluyor
“Müşterek tehlikeler karşısında ittifak etmiş olan üç müttefik arasındaki münasebetin tabii manzarası bu mu olmalı? Bütün bu işlerde fiili ve suçlu rol sizden geliyor. Bir müttefikten (İngiltere) toprak almağa kalkıştınız. Diğer müttefiğin (Türkiye) emniyetini tehdit ettiniz. Sabrını tükettiniz. Aramızda bu kadar zahmetle kurulan dostluğu yıktınız.
“Bütün ikazlarımıza rağmen Kıbrıs’ta ve her tarafta tahriklerinize devam ettiniz. Kıbrıs’ta çıkardığınız tedhiş (terör) hareketlerinde rol alanları radyolarınız, ‘Bir düzine vatansever’ diye övdü. Biz dostluğu korumak endişesiyle her türlü nümayişi önlemeye uğraşırken Yunanistan iki müttefiğin aleyhine hareketleri teşvik etti, heyecanları bile tutuşturdu.”
Zorlu’nun bu söyledikleri 9 Eylül 1955 tarihli VATAN Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Bu olaylara Türkiye’nin hiç ama hiç ihtiyacı yoktu. Yunanistan ise Londra’da açıklanan yeni Türkiye Kıbrıs Tezi nedeniyle uluslararası kamuoyunun Kıbrıs konusunda TARAF  olmadığının kabulünü mutlaka önlemek istiyordu. Bunun yolu da Konferans’ın sonuç bildirisi yayımlamadan dağılması idi.
8 Eylül günü Konferans olaylar nedeniyle herhangi bir bildiri yayımlayamadan dağıldı!
Yunan Dışişleri Bakanı’nın 7 Eylül sabahı olayları hiç duymamış gibi davranması konusunu da Mahmut Dikerdem ve benim dışımda hiçbir araştırmacı yarımız önemsemedi, nedense?      
SONSÖZ: Olaylar hakkında ortada bu kadar gerçek var iken bunları göz ardı ederek faturayı Zorlu ve Menderes’e kesmek VİCDANSIZLIKTIR…
(Mehmet Arif Demirer, 6 Eylül 2013 - Bodrum)