20 Eylül 2014 Cumartesi

Adnan Menderes “Bir Zeybek Sevdası” Etkinliğiyle Gaziantep Üniversitesi’nde Anıldı

Adnan Menderes “Bir Zeybek Sevdası” Etkinliğiyle Gaziantep Üniversitesi’nde Anıldı
Eski Başbakanlardan Adnan Menderes, Tarihi ve kadim Demokrat Parti misyonunun ileri gelenlerinden Samet Ocakoğlu’nun hazırlamış olduğu “Bir Zeybek Sevdası” adlı etkinlikte anıldı.
Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Cenani Konağı Kültür Sanat Merkezi’nde Samet Ocakoğlu’nun hazırlamış olduğu ‘Bir Zeybek Sevdası’ adlı ‘Başvekil Adnan Menderes Yaşam Öyküsü Sanatsal Bilgi Sunumu Sergisi’ düzenlendi.
Merhum Başbakan Adnan Menderes’i konu alan ve 160 eserin yer aldığı sergiye Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. Yavuz Coşkun, Büyükşehir Belediyesi Başkan Yardımcısı Mehmet Durdu Yetkinşekerci, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Ali Gür ve Prof. Dr. Cahit Bağcı, akademik ve idari personel ile çok sayıda davetli katıldı.
Serginin açılışında konuşan GAÜN Rektörü Prof. Dr. Coşkun; 
"Rahmetli Adnan Menderes’i rahmetle ve minnetle bir kere daha yad ettiğini belirterek, “Tarihimizde önemli kilometre taşları vardır. Cumhuriyetimizin kuruluşu, küllerinden yeniden doğan bir Türkiye, Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulan yepyeni bir Türkiye ve arkasından çok önemli bir kilometre taşı olarak Adnan Menderes. Demokrasinin temsilcisi, çok partili sistemin içerisinden halkın rızasıyla, iradesiyle iktidara gelmiş, demokrasi alanında da 10 yıl içerisinde olağanüstü şeyler yapmış ve dünya, Türkiye tarihine altın sayfalarla yazılacak bir dönem geçirmiştir. O dönemde yaklaşık bir 10 yıl içerisinde Türkiye’ye yepyeni bir çığır açmış, vizyon ortaya koymuştur” diye konuştu.
“Demokrasi dediğimiz, yukarıdan elitist bir yaklaşımla damla damla insanlara verilmek üzere ortaya konmuş bir rejimin adı değildir” diyen Prof. Dr. Coşkun, “Kelimenin içerisinde gizli olduğu üzere halkın iradesinin tümüyle memleketin yönetimine, atmosferine yansıması demektir. Yoksa demokrasi bizim eğitim seviyemiz, 6 yıldan 12 yıla gelsin de görgümüz, bilgimiz, refah düzeyimiz şu kadar dolarlara gelsin de demokrasiyi de biz yavaş yavaş içimize sindirelim düşüncesi başından beri yanlıştır. Bugün içinde yanlıştır, gelecek için de yanlış olacaktır. Bütün büyük yollar, hedefler bir adımla başlar” diyerek, Türkiye Cumhuriyeti Adnan Menderes ile Cumhuriyet tarihimizde başlayan o öykünün bir dönem içerisinde yukarıya doğru zirve yaptığı bir dönemi yaşadığını vurguladı.
Bir Zeybek Sevdası - Başvekil Adnan Menderes Yaşam Öyküsü Sanatsal Bilgi Sunumu Etkinliği Sergisinde Samet Ocakoğlu da, Adnan Menderes’in hayatından kesitler sundu.
Ocakoğlu, “Üstad Necip Fazıl, Yunus’a özlemini duygularını ‘Rüzgara bir koku ver ki hırkandan, geleyim izine doğru arkamdan’ dizeleriyle ifade etmiştir. Bizleri de gaziliği milli mücadeleden gelen Gaziantep’e ve huzurlarınıza getiren bu toprağın mübarek kokusudur. Takdim ettiğimiz eseri oluştururken yaşanmış Yassı Ada ve İmralı sürecinden ülkemize,Merhum Başvekilimiz Adnan Menderes ve aziz arkadaşlarına,  öykümüze ve bizlere yakışan, vicdanımızın ve hukuk duygumuzun taşıyabileceği fotoğraf veya konu başlığı olmadığı için bu zulmet dönemine ait sanatsal sunum yapmadım ama demokrasi, hukuk ve insan hakları kavramları, ilkeleri ve ülkemizin geleceği için işin kıssadan hissesini de göz ardı etmedik” diye konuştu.
Ocakoğlu, “Başvekil Adnan Menderes’in, arkadaşlarının ve bu öykünün yapımcısı olan soylu kişilikli bir neslin aziz hatırası huzurunda ihtiram duruşu olan etkinliğimizin, Aydın ve İzmir illerimiz ardından Merhum Ekrem Cenani ailesinin adını taşıyan bir kültür merkezinde, Gaziantep Üniversitesi Rektörü Sayın Mehmet Yavuz Çoşkun’un zarif, vefalı, yurdun dört bir yanındaki takdir duygularına layık değerlendirmeleri ışığı ile sunumunu olanaklı kılan   Gaziantep Üniversitesi Rektörlüğünün ve ailesinin ev sahipliğinde bulunmaktan dolayı ayrı bir gurur ve mutluluk taşıyoruz. Üstad Necip Fazıl şiire döktüğü duygularında '' iki nar ağacı vardı, biri nar ağacı biri dar ağacı, yigide dar ağacı düştü''..der. Görüyorum ki bu kere Cenani konağının bahçesinde, bir nar ağacı birde incir ağacı var” şeklinde konuştu.
Sergiye katılmaktan duyduğu memnuniyeti ifade eden Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Mehmet Durdu Yetkinşekerci, Merhum Başvekil Adnan Menderes ve Demokrasi Şehitlerini rahmet ve saygı ile anarken, sergiyi hazırlayan Samet Ocakoğlu’na ve emeği geçen herkese teşekkür etti.
Bir Zeybek Sevdası Sergisinin  açılış töreninde Merhum Aydın Menderes’in 16  Eylül 1990 tarihinde TRT ekranlarından yayınlanan röportajından bir bölüm banttan  dinlenildi.
Serginin açılış konuşmaları sonrasında Rektör Prof. Dr. M. Yavuz Coşkun tarafından günün anısına Samet Ocakoğlu’na hediye takdim edildi.
“Bir Zeybek Sevdası” Başvekil Adnan Menderes Yaşam Öyküsü Sanatsal Bilgi Sunumu Sergisi, GAÜN Cenani Konağı Kültür Sanat Merkezi’nde 16 Eylül- 7 Ekim 2014 tarihlerinde arasında gezilebilecek.
ETKİNLİK AÇILIŞINA MESAJ GÖNDEREN PROTOKOL DAVETLİLERİMİZ:
Bekir Bozdağ Adalet Bakanı- Nihat Zeybekçi Ekonomi Bakanı- Mehmet Mehdi Eker Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı- Gürsoy Erol İstanbul Milletvekili- Doç. Dr Selçuk Ozdağ Manisa Milletvekili- Mehmet Erdoğan Gaziantep Milletvekili-Halil Mazicıoğlu Gaziantep Milletvekili- Mehmet Sarı Gaziantep Milletvekili- Erdal Ata Gaziantep Valisi- Erol Ayyıldız Aydın Valisi- Fatma Şahin Gaziantep Büyük Şehir Belediye Başkanı-Aziz Kocaoğlu İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı- Prof. Dr Tarık Yarılgaç Ordu Üniversitesi Rektörürü- Prof. Dr Mustafa Talha GönüllüAdıyaman Üniversitesi Rektörü- Prof. Dr Ömer Torlak KTO Karatay Üniversitesi Rektörü- Yaşar Aktürk Kilis Vakfı Başkanı

MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?.., Mustafa Nevruz SINACI (15,16, 17 Eylül 2014, "KARA EYLÜL"-53. yıl dönümü)

MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?..
            Yaklaşık 91 yıllık Milli siyaset ve Cumhuriyet tarihimizde; İki vahim kalkışma, büyük felâket, çökertme teşebbüsü ve kırılma hareketi vaki olmuştur. Bunlardan birincisi, tarihi, tabii ve kadim Halk Partisi, Milli Mücadele ve Kuvva-i Milliye ruhu ile Türk İnkılâbı ve Atatürk’ü; Aziz hatıraları, emanet, eser ve vasiyetleri ile birlikte millet hafızasından silme girişimidir.
            Türk vatandaşlarının bedelini çok ağır ödediği bu cürüm 10 Kasım 1938 günü, saat: 9’u 6 geçe vücuda gelmiş bir kumpastır. Plânı 25 Eylül 1937 tarihinde, memleket ve milletin başına belâ olan ve Lozan suiistimalleri ortaya çıkan İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal Atatürk tarafından azledilmesi (kovulması) sonucu, usulen istifa ettiği günden itibaren yapılmıştır.      
            İkincisi de, elde olmayan nedenlerle kesintiye uğrayan 1938 sürecinin ulanması ve tamamlanması amacıyla; Dâhili ve harici bedhahlarla müştereken tezgâhlanan 27 Mayıs 1960 isyanı, milleti aldatma, kandırma, sahtekârlık, millet iradesine başkaldırma kalkışmasıdır.   
            Dolayısıyla, 15, 16 ve 17 Eylül, bu menfur sürecin ‘hayati önemi haiz’ günleridir.
            15 Eylül 2014 itibarıyla; Türk hukuk, adalet ve yargı tarihinin yüzkarası, büyük utancı; Mahkemelerimizin ‘hükümde hikmet/adalet, tarafsızlık ve bağımsızlığını’ yitirişinin 53. yılını insanlık adına utanç; Türkiye Cumhuriyeti yargı sisteminin iddia, adalet, hukuk ve istisnasız bilumum hukukçular sınıfı adına (bugün itibarıyla) buruk bir üzüntüyle idrak ediyoruz!..
            Ama elbette, 16 Eylül 1961 günü; Milli Dava Kıbrıs Fatihleri; Biri Türk tarihinin en namuslu, dürüst Maliye Bakanı Hasan Polatkan, diğeri 1700 yılından bu yana Türk Dışişleri teşkilâtının gördüğü en şerefli, soylu, milliyetçi ve cesur Hariciye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu..
            17 Eylül 1961 günü de; İstiklâl Savaşı Gazisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Baş Vekili, genç Demokrasimizin ilk halk kahramanı.; “Beyaz İhtilâl efsanesi” ve “aç-bi’lâç, sefil-yoksul, sadakaya muhtaç” devraldığı Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devletini 10 yılda 100 yıla baliğ (tekabül eden) bir kalkınma-gelişme hareketi ile ihya eden Adnan Menderes…
            Haksızca, hukuksuzca, alçakça ve hunharca ASILDILAR…
            Asanlar, astıranlar ve Cumhuriyeti askıya alanlardan hâlâ hesap sorulmadı.
            O meş’um kalkışma, sulta, cunta ve ceberut diktanın vasileri sıgaya çekilmedi; Devleti bütün kurum ve kuruluşları ile kuşatmış, bütün genlerine sızmış; Türk Milleti’nin kanı, helâl kazancı, canı ve malı ile beslenen “adaletsiz, haksız, hukuksuz ve nesebi gayri sahih dönme, devşirme, mürai ve mürteci” paraleller sökülüp atılamadı…               
            Üstüne üstlük bu mazarratlar; Aziz ve necip Türk Milletinin karar, icra ve muhakeme mercilerine çöreklenip; İnsan hakları, adalet-hukuk, kalkınma-gelişme, ilim, hars-kültür, milli emel ve manevi değerlerin önünü/yolunu tıkadılar.
            Üstelik hâlâ hüküm sürmekte ve her şeye rağmen hükümferma olmaktalar…
            Baştan alıp, menfur ve mütegallib sürece bir göz atalım:              
            27 Mayıs kalkışması: Dâhili ve harici bedhahların (gizli ve kinci düşmanların) isyanı; Dönme, devşirme ve kriptoların devleti “cebren, kalleşçe ve hile ile” ele geçirmesi; Alçakça gasp ve irtikap ederek, şanlı ve şerefli Türkiye Cumhuriyeti’nin dizleri üstüne çökertilmesi ve memleket üzerine “mezar toprağı serpilmesi” olayından ibarettir. Yeni Türkiye, açılım/atılım söylemlerinin tavan yaptığı günümüzde 12 Eylül ve 28 Şubat, kısmen de olsa yargılanmasına rağmen; İnsan hakları, Adalet, Hukuk, Demokrasi, İnsanca yaşama, kalkınma ve gelişmenin çökertilme milâdı olan 27 Mayıs’ın hâlâ yargı önüne çıkartılamamasının nedeni budur.
            O gün bu gündür millet vekilini seçememekte; Devlet idaresinde, millet iradesi tecelli edememekte; İktisatta, siyasette, ticarette, maddi-manevi, ahlâki, ilmî ve kültürel hayatımızda sulta, cunta, vesayet, oligarklar ve güdümlü paralel yapılanmalar hüküm sürmektedir!..   
            Bazı menfur unsurlar sayesinde bu gün: Yunan'a adalar, eşkıya’ya Diyarbakır, bir takım paralellere ekonomi, siyaset ve emniyet ve sair devlet ve adalet cihazı terk ve teslim edilmiş haldedir. Kanunsuzluk, ahlâksızlık ve zorbalık had safhadadır. Daha düne kadar katli kabil olan zani, cani, katil ve her nevi hain ortalıkta serbestçe cirit atmaktadır. Tarihin en şanlı ve onurlu ülkesinde “zina” suç olmaktan çıkartılmış; Bebek katili, tecavüz suçluları, suiistimal erbabı, rüşvetçi, hırsız ve yolsuzlar adeta himaye edilir hale gelmiştir.
            Dahası: Halkımızın büyük bölümü AKP narkozu ile uyutuluyor; Dün kapımızı çalan felâket, bu gün içerde kol geziyor; Çalışan ve özellikle emeklilerin kahir ekseriyeti açlık ve yoksulluk sınırı altında maaş almakta iken; Adeta 1155 liraya oyunu satacak hâkim/savcı aranması çok manidardır. Esasen hak/adalet dağıtma mecburiyeti taşıyan ‘kesime’ adaletsizlik ve haksızlık yapılarak, sanki iltimasla, HSYK seçimleri öncesinde rüşvet teklif ediliyor!;    
            Adalet ve Dad; Hüküm ve hikmet;
Merhamet ve muhabbet yok!..
            İte, bütün bunların sebebi/nedeni 27 Mayıs’tır.
            27 Mayıs olmasaydı bu gün Türkiye Cumhuriyeti; Milli geliri fert başına/reel olarak 50 bin doları aşmış; En dip toplumsal ve sosyal hücrelerine kadar adalet, ahlâk, refah, huzur, hukuk, demokrasi ve barışı yaşayan; Dünyanın en gelişmiş üç medeni ülkesi içinde yer alan.; Özgürlük ve güvenlik sorununu “hakkaniyet, hukuk, eşitlik ve adalet” düzleminde halletmiş bir memleket olacaktı. Ama olmadı, olamadı!.. Neden? 27 Mayıs ve İnönü yüzünden…
            Lütfen “şu olanları” tam bir dikkat, insani bilinç ve vicdanınıza vurarak inceleyin:
            05 Eylül 1961  günü görülen “Anayasa ihlâli (!) davası” ile duruşmalar sona erdi.
Son celse yapılan “Anayasa İhlâli” duruşması, tarihin en komik, mesnetsiz ve aptalca tiyatrosu idi. Zira 27 Mayıs’ta Mustafa Kemal Atatürk’ün Anayasası ilga edilmiş ve kurduğu Cumhuriyet, en zalimane biçimde, alçakça ve hunharca tarihin çöplüğüne atılmıştı.
            13 Eylül 1961’de, Atatürk ve Menderes düşmanlığı/kindarlığı ile maruf İsmet İnönü, başta Berrin Menderes Hanımefendi olmak üzere; Bazı Devlet ve Hükümet Başkanları ile iç siyasi mihraklar ve dış misyondan intikal baskı, rica ve istekleri savmak kabilinden; “henüz belli olmamış kararlar ölüm cezası içeriyorsa” tatbik edilmemesi hususunda tavassut istirhamı içeren bir mektubu orgeneral Cemal Gürsel’e, usulen ve tefhimen yolladı.,
            Hiçbir ciddiyeti, samimiyet ve ehemmiyeti olmayan mektup dikkate bile alınmadı.
            13 Eylül’de yazılan mektubun zamanlaması, zaten etkili olmasına engeldi.
15 Eylül 1961’de Yassıada Mahkemeleri cezaları açıkladı.,
16 Eylül'de Zorlu ve Polatkan.,
17 Eylül'de Menderes idam edildi.,
15 Ekim 1961’de genel parlamenter atamaları (namı diğer seçim) yapıldı.
            Tarihlere dikkat! Yassıada süreci yaklaşık bir sene sürdü. Bu süreçte yeni anayasa imal edildi. İdamlardan 1 ay önce; Devleti vesayete mahkûm eden “anayasa nam paçavra” oylandı ve % 60’la kerhen kabul edildi. Sözde kurucu meclis, CHP'nin güdümünde ve olağan Meclis hükmünde idi. Buna rağmen İsmet paşa, kendisine “idamları Meclise götür” diye ısrarla teklif edilmesine rağmen bunu kabul etmedi.
Milli (?) Birlik Kurulu Başkanı ve seçimler sonrası müteakip dönemin Cumhurbaşkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, 15 Kasım1961 tarihli Hürriyet'te bir röportajı var. "Seçimlerin altı ay önce yapılmasını teklif ettim. CHP (İsmet Paşa) idamların sorumluluğunu üstlenmemek için kabul etmedi." Devamla: “İsmet Paşa, idamların takvimini seçimlerin önüne aldı. ‘CHP Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rütü Zorlu’nun katilidir’ unvanını almamak için meclise gelen idam kararlarını sonuçta onaylamayacaktı; Memleketin bu hale düşmesinde en büyük mesuliyet CHP'ye düşmektedir" dedi. 27 Mayıs'ı yapan adam, seçimlerden bir ay sonra bu lafı söylüyor!. Bu bir itiraf ve günah çıkartmadır.
Neden? 
Çünkü “bütün sebeplerle” Menderes'in katili İsmet Paşa'dır da ondan…
AKP’nin samimiyet, ciddiyet, adalet, hukuk ve ahlâk sınavı:
17 Eylül 2014 günü Anıtmezar başında nutuk irad ve medyatik ortamlarda halka hitap eden AKP yöneticileri “21. yüzyılın DEMOKRAT PARTİ’si AKP’dir” dediler. Eğer, RTE’yi Menderes’in halefi olarak ilân ve iddia eden söylemlerinde ciddi, samimi ve dürüst iseler; 27 Mayıs’ı derhal yargıya taşırlar. Aksi takdirde, bu yalanları kınar, men, tenzih ve tekzip ederiz.  
 Mustafa Nevruz SINACI

18 Eylül 2014 Perşembe

17 EYLÜL 2014; Mustafa Mete İSLÂMOĞLU ve Emekli Albay Osman TÜRKOĞUZ yazıyor...

Mustafa Mete İSLAMOĞLU YAZIYOR
ŞAHADETLERİ’NİN 53 YIL DÖNÜMÜNDE; MENDERES, ZORLU ve POLATKAN'I RAHMETLE ANIYORUM
Türkiye demokrasi tarihinin en acı günlerinden biri olan, 1950 seçimlerinde yüzde 52,7 oyla iktidara gelen ve 10 yıl süreyle başbakanlık yapan Adnan Menderes'in idam edilmesinin üzerinden 53 yıl geçti.
İHTİLAL GECESİNİ  YAŞAYAN BİRİ OLARAK  YAZIYORUM…
İNSANLIĞIN EN ÇİRKİN ve UTANÇ DOLU GECSİ ve SONRASI
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üç açık müdahalesinden biri olan 27 Mayıs 1960 darbesi ile "milli iradeye" vurulan bu darbe, hala hafızalardaki yerini korurken, Menderes ve idam edilen bakanlarının itibarları ise ancak 11 Nisan 1990'da TBMM tarafından kabul edilen kanunla iade edilebildi.
Aydınlı bir çiftçi ailenin çocuğu dünyaya gelen Menderes, siyasete 1930'da, Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın bir kolunu organize ederek başladı.Partinin kendini feshetmesinden sonra CHP'ye geçen Menderes, 1931 seçimlerinde Aydın milletvekili seçildi.
İsmet İnönü ile "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu" görüşmeleri sırasında ayrı düşünen Menderes, parti içi muhalefetten dolayı 1945 yılında CHP'den ihraç edildi.
Menderes, CHP'den birlikte ihraç edildikleri arkadaşları Celâl Bayar, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan ile 7 Aralık 1945'te Demokrat Parti'yi (DP) kurdu.
1950 yılında seçimlerden önce Seçim Kanunu değiştirilerek, yargı güvencesi ve "gizli oy - açık tasnif" sistemi getirildi.
14 Mayıs 1950'deki seçimlerde DP büyük bir başarıya imza atarak yüzde 52,7 oyla 420 milletvekili çıkardı. CHP ise yüzde 39,4 oy ile sadece 63 milletvekili çıkarabildi.
TBMM başkanlığına Refik Koraltan, cumhurbaşkanlığına DP Genel Başkanı Celal Bayar seçilirken, yeni hükümet ise Adnan Menderes başbakanlığında kurularak 22 Mayıs'ta göreve başladı. Köprülü bu kabinede dışişleri bakanı oldu.
Atatürk'ün resmi yeniden paralara basılmaya başlandı…
Adnan Menderes'in 10 yıllık başbakanlık döneminde Türk iç ve dış politikasında büyük değişimler oldu.
Birinci Menderes Hükümeti'nin ilk icraatı "fazla masraf olduğu" gerekçesiyle devlete ait otomobilleri satmak oldu. Menderes döneminde, paralara mevcut cumhurbaşkanının resminin basılması uygulamasını kaldırıldı. Bu uygulama ile ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün resimleri tekrar paralara basılmaya başlandı.
Menderes hükümeti bir başka önemli icraata daha imza attı. Yeni uygulama ile o döneme kadar Türkçe okunan ezanın Arapça okunması serbest bırakıldı.
DP Hükümeti görevde henüz ikinci haftasını tamamlamıştı ki 6 Haziran 1950'de, askeri darbe planladıkları gerekçesiyle başta Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman ve bütün üst komuta kademesi dahil olmak üzere 15 general ve 150 albayı re'sen emekliye sevk etti.
GSMH  ( GAYRI SAFİ MİLLİ HASILA)
YILDA 9 KAT BÜYÜMÜŞTÜ …
1950-1954 yıllarında Türkiye, ekonomide kalkınma dönemine girdi. 1951'de Kore'ye asker gönderen Türkiye, 1952'de NATO'ya tam üye olarak kabul edildi. Ayrıca serbest piyasa ekonomisine geçişe hız kazandırıldı. Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi. Yabancı sermayeyi teşvik yasası çıkarıldı. Gelen krediler özellikle tarım alanında kullanmaya başlandı. Tarımda makineleşme çalışmaları yoğunlaştırıldı. Marshall Planı'nın da katkısıyla ülkede yeni sanayi tesisleri kuruldu. 1954 yılında Türkiye Vakıflar Bankası kuruldu. Bu dönemde Türkiye'nin gayri safi milli hasılası yılda ortalama yüzde 9 oranında büyüdü.
Menderes başkanlığındaki DP, 2 Mayıs 1954 tarihinde yapılan seçimlerde de büyük bir zafer kazandı. Oyların yüzde 57,6'sını alarak iktidarını tek başına devam ettirdi. Bu, Türkiye tarihinde demokratik bir seçimde bir siyasi parti tarafından ulaşılan en yüksek orandı ve bir daha da bu orana ulaşılamadı.
1955'ten itibaren başlayan dünya genelindeki ekonomik durağanlık ve aynı dönemdeki Kıbrıs görüşmeleri sonrasındaki 6-7 Eylül Olayları, sıkıntılı bir süreç yaşanmasına neden oldu.
Kıbrıs konusunda Londra'da ikinci tur görüşmeler yapılırken 6 Eylül 1955 gecesi İstanbul'da bazı gazetelerin, Selanik'te Atatürk'ün evine bomba atıldığını yazması üzerine azınlıkların hedef alındığı olaylar çıktı. Ağırlıklı olarak Rumlara karşı yönelen olaylarda çok sayıda kilise, dükkan ve otel saldırıya uğradı. Bir papaz da olaylar sırasında hayatını kaybetti.
6-7 Eylül Olayları sonrasında bazı milletvekillerinin, ceza yasasına ispat hakkı getirilmesini istemesi kargaşaya yol açtı. Hükümetin karşı çıktığı yasa tasarısının kabulü için çalışan 9 milletvekili DP'den ihraç edildi. Bunun üzerine 10 milletvekili de DP'den istifa etti. 15 Ekim 1955'te DP büyük kongresi yapıldı ve Menderes tekrar genel başkan seçildi.
27 Ekim 1957 seçimlerinde DP yüzde 48 oy alarak 424 milletvekili çıkardı. CHP'nin milletvekili ise 186 oldu.
MENDERES DÜŞEN UÇAKTAN YARA ALMADAN KURTULDU
Kıbrıs konusunda 11 Şubat 1959'da imzalanan Londra ve Zürih anlaşmaları ile bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı, toplumsal alanda otonomi ve çözümün Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından garanti edilmesi ilkelerine dayandırıldı.
Bu da Kıbrıs Cumhuriyeti'nin resmen 16 Ağustos 1960'ta kurulmasını sağlayan sürecin en önemli adımı oldu. Bu süreçte Başbakan Menderes'in yanı sıra Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu etkin rol üstlendi.
17 Şubat 1959'da Kıbrıs konusunda Yunanistan'la imzalanan ikili antlaşmanın ardından üçlü görüşmeler için İngiltere'ye giden Menderes'in uçağın Londra Gatwick Havalimanı yakınlarında alçalırken düşüp parçalandı. Menderes kazadan yara almadan kurtulurken kaza, muhalefetle iktidar temsilcileri arasında kısa süreli bir yumuşamaya yol açtı.
DARBE DÖNEMİ 
1955'ten sonraki ekonomik daralma ve siyasette yaşanan kamplaşma gerekçeleri 27 Mayıs askeri darbesinin alt yapısını oluşturdu.
27 Mayıs 1960 sabaha karşı saat 4'te radyoda Kurmay Albay Alparslan Türkeş TSK olarak yönetime el koyduklarını belirtti ve askeri darbenin sebeplerini bir radyo bildirisi ile halka duyurdu.
Menderes ise 27 Mayıs 1960 günü Kütahya'da Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak Ankara'ya götürüldü. Daha sonra da ve diğer tutuklu DP üyeleri ile Yassıada'da HAPSEDİLDİ
Darbeci subaylar ise Cemal Gürsel başkanlığında kurulan Milli Birlik Komitesi ve kurucu meclis ile beraber ülke yönetimini devraldı. Menderes ve diğer DP üyeleri ise bulundukları Yassıada'da kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından yargılanmaya başladı. Yapılan oturumlar her gece radyoda Yassıada Saati programında halka duyuruluyordu. 9 Temmuz 1961 tarihinde Anayasa Komisyonu'nun hazırladığı yeni anayasa için yapılan halk oylaması ile yüzde 61,7 oy oranı ile kabul edilerek yürürlüğe girdi.
13 AYRI DAVADAN YARGILANDI
27 Mayıs darbesini yapan cuntacıların özel olarak kurdukları mahkeme olan Yüksek Adalet Divanı'nda 13 davadan yargılanan Menderes, Bebek Davası dışındaki bütün davalardan suçlu bulundu. Mahkeme, 9 ay 27 gün süren yargılama süreci sonunda aralarında Menderes'in de 14 kişinin idamına, 31 kişinin de ömür boyu hapse mahkum edilmesine karar verdi. Geri kalan 418 sanığa ise 6 ay ile 20 yıl arasında değişen hapis cezaları veya beraat kararı verildi.
Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesi; Celâl Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti. Celal Bayar'ın cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrildi.
Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, 16 Eylül 1961 tarihinde sabaha karşı idam edildi.
Menderes ise 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden "sağlam" raporu alınmasının ardından, İmralı Adası'na götürüldü
İlk durak, komutanın odası oldu. İdam kararı yüzüne okundu. Menderes'in dilinden "Allah milletimize zeval vermesin" cümlesi döküldü. İdam sehpasına gitmeden önce din görevlisi ile birkaç dakika konuştu. Ardından beyaz gömlek giydirildi.
İdam sehpasına çıkarıldıktan sonra ailesine ve milletine son sözleri ise şunlar oldu:
"Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum..." diyordu..
Menderes, saat 13.21'de İmralı Adası'nda idam edildi.
TBMM, 1990 yılında çıkardığı yasayla, MENDERES, POLATKAN ve ZORLU ya itibarlarını güya iade etti.
BU İTİBAR İADESİ DEĞİL SİYASİ BİR MABAVRA İDİ.  DÖNEMİN SAHTEKÂRLARI… RUHLARINI GÜYA TÜRK MİLLETİNE KARŞI TEMİZLEMEK İSTEDİLER.
YANİ; tarihten günah çıkartmanın ta kendisinin adı “iadeyi itibar” kondu…
Bu millet bunlardan soramadığını inşallah mahşere saklamasını becerir.
SİZLERE BU DİLEĞİMİ CAN-I GÖNÜLDEN DİLİYORUM EY VATAN ŞEHİTLERİ NUR İÇİNDE YATIN…
Selem ve dua ile
17-Eylül- 2014
***
Mustafa Mete İSLAMOĞLU YAZIYOR
ADNAN MENDERES, ZORLU ve POLATKAN NEDEN İDAM EDİLDİ?
“BU YAZIMIZ TARİH-İ BİR İHANETİN İÇ YÜZÜNÜ ANLATIR”
Türk siyasi hayatına vurulan en büyük darbe 1960 ihtilalidir. Günümüze kadar 27 Mayıs adıyla sayısız şeyler yazıldı çizik fakat bu yazı, bilinmeyenleri anlatmaktadır.
27 MAYIS 1960 ASKERİ DARBESİ 
Uluslararası oyunun Türkiye uzantılarından biri de 27 Mayıs darbesidir. Demokrat Parti iktidarı; bir takım söylem ve eylemlerle, Siyonist Yahudi ve onun içerdeki işbirlikçilerini sıkıntıya soktu. Bunun sonucunda da idamlar geldi.
Adnan Menderes yakın tarihin, halk tarafından en çok sevilen liderlerinin başında gelmektedir. Arkasına geniş halk desteğini almasına rağmen Menderes niçin idam edildi? Ülkede her şey yolunda giderken, Menderes nasıl bir suç işledi ki, darbe ile devrilerek idamla sonuçlanan bir işkence sürecine sokuldu.
Adnan Menderes'i idamına götüren "Bebek" ve "Köpek" davaları mıydı? Elbette değildi. Menderes ve arkadaşlarını idama götüren, milli ve manevi değerlere yakın ilgi duymalardır. Adnan Menderes'i idama götüren nedenleri Menderes'in kendi beyanlarından dinleyelim.
A. MENDERES BİZZAT ANLATIYOR
"Ben Müslüman'ım! Müslüman olduğumdan da şeref duyuyorum. Müslümanlığın çağdaşlaşması için çalışmalarımız var. Açtığımız okullar bunun delilleridir. İslam dininin büyüklüğü, insani yönü, adaleti, ilmi ile en mükemmel dindir.
Adnan Menderes  (kendi anlatıyor)
“Türk milleti Müslüman'dır! Müslüman kalacaktır. İslamiyet'in bütün icabeti vatandaşlarımız tarafından tam bir serbestliğin içerisinde icra olunacaktır."
Adnan Menderes  (devamla)
"İnkılâp kanunları halk tarafından benimsenmemişse, jandarma zoruna dayanacaksa, milli vicdanın hilâfına olan bu kanunları kaldırmak, demokratik idarenin başta gelen vazifesi olmak icap eder.” Diyordu.
Adnan Menderes, daha birkaç aylık başbakandır. İlk icraatlarından biri milletin sabırsızlıkla beklediği minarelerden aslına uygun ezan sesi duymaktır. Menderes gerekli kanuni düzenlemeyi yapar ve on beş yıl aradan sonra 17 Haziran 1950 günü ezan ülke semalarında Bilal–i Habeşi'nin okuduğu lisan üzere okunur. O gün Ramazan ayının ilk günüdür. Yıllar sonra minarelerden ezan–ı Muhammedi orijinal hali ile bir mübarek günde duyuldu.
Bu hadise çoklarını rahatsız etmişti. Başta da cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı…
DARBE ŞARTLARINI HAZIRLADILAR
Rahmetli Menderes'in söylem ve icraatları malum mihrakları harekete geçirdi. Siyonist Yahudi ve onların içerdeki işbirlikçileri ve yardakçısı olan mason locaları harekete geçti.
27 Mayıs darbesinin önemli isimlerinden biri olan Orhan Erkanlı'ya kulak verelim:
"İhtilal yapacak olan teşkilatın kuruluşu 1955 yılıdır."
1955 yılında Türkiye'de darbeyi gerektirecek bir hal var mıydı? Ülkenin dört bir yanına huzur ve güven ortamı hâkimdi. Köylüler, işçiler ve geniş halk kitleleri hayatlarında ilk defa para yüzü görmüş, hakkını arama imkânı bulmuş, kısaca insan olduğunu anlamıştı. İnsanlar mal ve can güvenliklerinin sağlandığını hissettiler. İlginçtir böyle bir ortamda darbe hazırlığına başlandı.
Orhan Erkanlı: "1956 yılına gelindiğinde ordunun içinde bir sürü gizli kuruluş olduğundan şüphem yoktu." Demişti.
Birçok darbe teşkilatı, kime ve niçin darbe yapılacak. Ülkenin iyiye gitmesi birilerinin işine gelmemiş olacak ki, çok sayıda darbe organizasyonu oluşturuldu.
RAHMETLİ, ADNAN MENDERES'İN İDAMINDA
SİYONİST MASON VE ABD'NİN OYUNLARI
Adnan Menderes'in istedikleri gibi olmadığını gören Siyonist Yahudi ve yandaşları darbe için düğmeye bastılar. Gelişmeleri yabancılardan dinleyelim.
CABRERA ANLATIYOR
İspanyol tarihçi ve araştırmacı Prof. Miguel Angel Cabrera:
"1960'a kadar ABD için Türkiye'de her şey iyi gitti. Ama Washington Menderes Hükümetinin ABD'den koparak kendi ekonomik bağımsızlığını kazanmayı hedeflediğini öğrenince duruma müdahale etti ve Gürsel ABD'nin planladığı bu darbeyi kanlı bir şekilde gerçekleştirdi.
Bu tarihten sonra da Washington, kendi politik ve ekonomik menfaatleri nedeniyle birçok ülkede sık sık askeri darbe yaptırdı."
Siyonist Yahudi ve ABD'nin oyununa alet olanlar, ülkeye hizmet ediyoruz, vatan millet edebiyatları ile aslında Siyonist Yahudi ve ABD çıkarlarına hizmet ediyorlardı. Üzülerek anlatır.
Hiç şüphe yok ki, 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren subayların içinde vatanperver, milletini çok seven insanlarda vardı. Ne yazık ki sağlıklı düşünemediler ve vatana millete hizmet ediyoruz zannı ile Siyonist Yahudi ve ABD'ye hizmet ettiler.
Bu sadece 27 Mayıs'a mahsus değil, bütün zamanlar için geçerlidir.
27 MAYIS DARBESİNDE
SİYONİZM'İN ROLÜ

Emekli asker Memduh Eren, Masonların 27 Mayıs darbesindeki rollerini anlatıyor:
"Yurt dışında bir takım bağlantılar olmazsa darbenin başarı şansı yok. 27 Mayıs'ı düşünün. Başta Cemal Gürsel olmak üzere, Nasır Zeytinoğlu ve Agahi Şen, hepside evrensel örgütlerle bağlantılıdır. (..) Biz bu evrensel örgütlere Mason ve Bilderberg teşkilatlarına karşı çıktığımız için işkence gördük."
Bugün olduğu gibi Menderes döneminde de Yahudi, Yahudi dönmesi ve Mason gazeteciler görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiler. Menderes'in ortadan kaldırılmasına yönelik planın en önde gelen isimlerinden biri Vatan Gazetesinin sahibi ve başyazarı Yahudi dönmesi ve mason Ahmet Emin Yalman'dır. (..) Yahudi Kiyam Levi, Yahudi dönmesi Naim Tirali, Burhan Arpad, ve aynı zamanda da Mason olan Sinan Korle, Münir Berik, Necmettin Sadak ve Üstad–ı Azam Selim Ragıp Emeç, bu kişiler ortak bir çalışma içerisine girerek yazdıkları veya sahip oldukları dönemin en yüksek tirajlı gazeteleriyle Menderes ve hükümeti aleyhinde düzenli ve süreolarak gündem oluşturdular.
Menderes'in basındaki en büyük muhalifi Ahmet Emin Yalman ve sahibi olduğu vatan gazetesidir. Yalman, Menderes'in milli ve özellikle de dini çalışmalarına şiddetle muhalif olmuştur
GECİKEN ACI  İTİRAF
27 Mayıs darbesini gerçekleştiren askerlerden biri, Milli Birlik Komitesi üyesi olan Suphi Gürsoytrak diyor ki: "ABD, 1960'tan önce ordumuzun her kesimine, en küçük birimine kadar her yere girmiştir. Örneğin bilmem neredeki bir alayda "uzman" sıfatıyla erler vardır. Subaylar, hepimiz er düzeyinde uzmanlara teslim edilirken ordu adına içimiz sızlıyordu."(22)
ABD'nin silahlı kuvvetler üzerinde ki; etkisinin boyutunu tam olarak anlamadan, hadiseleri doğru tahlil yapmak mümkün değildir.
CIA AJANININ İTİRAFI          
DARBE ŞARTLARININ
OLUŞTURULMASI

Bir CIA ajanı olan Philippe Agee, yabancı ülkelerde ABD'nin nasıl darbeleri hazırladığını şöyle anlatıyor:
1–Başbakan ya da partisini zayıflatmak için, içeride ve dışarıda yoğun propaganda çalışmasına başlanır.
2–Ekonomiyi güçsüzleştirmek için de yurtiçi ve yurt dışında yoğun faaliyet gösterip, kredi imkânları durdurulur.
3–Politik anarşi yaratmak amacıyla siviller arasında özel guruplar kurulup anarşi yaratılır.
CIA tüm dost ülkelerde gerçekleştirdiği askeri darbelerde bu sistemi uygulamış ve binlerce kişinin tutuklanması, işkence görmesi ve politik cinayetlere kurban gitmesinin birinci derecede doğrudan sorumlusu olmuştur.
SONUÇ OLARAK
Masonlar DP'ye daha ilk kuruluş aşamasından itibaren yerleşmeye başladı. Bunun ilk ve en önemli örneği yüksek dereceli bir mason olan Celal Bayar'dır. Bayar, milli ve dini duygularıyla halkına hizmet etmek isteyen Menderes ve emsallerinin kontrol altında tutulması, yönlendirilmesi ve gerekirse engellenmesi işinde en önemli görevi almıştır.
27 Mayıs darbesinde Celal Bayar idam edilmemiştir. On yıllık demokrat parti iktidarında idam edilecek biri varsa en başta Celal Bayar olmalıydı. Celal Bayar için idam kararı verilmiş ama uygulanmamıştır. Anayasaya göre yaştan kurtulduğu söylenmiştir. Gerçek bu mudur? Elbette ki değil. Hocaları, şeyhleri idam ederken, yaş sınırı aramayanlar, Celal Bayar'da niçin yaş sınırı aramışlardır. Hangi yasaya göre… O tarihte yasa da, kanun da darbenin yöneticileridir.
Celal Bayar'ı kurtaran, karanlık mahfillerden başkası değildir.
Yıllardır oynanan oyunun şekli, yöntemi ve amacı aynı olmuştur. Değişen sadece zaman ve isimlerden başka bir şey değildir. Diye tarihi siyasi vahşete not düşülmekte.
Bu satırlardan tekrar:
Merhum Adnan MENDERES-e  Fatin Rüştü ZORLU-ya ve Hasan POLATKAN-a  ALLAHTAN  rahmet diliyorum.
SELAM VE DUA İLE
1-HAZİRAN-1997 & İSTANBUL
***
27 Mayıs Darbesi;
Demokrasi ve Hürriyet Şehitleri
Osman TÜRKOĞUZ, Emekli Albay
Askerler 27 Mayıs 1960′ta Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk askerî darbesini gerçekleştirdiler. 37 düşük rütbeli subayın planları ile icra edilen bu darbe emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır.
Askerler 27 Mayıs 1960′ta Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk askerî darbesini gerçekleştirdiler. 37 düşük rütbeli subayın planları ile icra edilen bu darbe emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır. Kritik mevziler bu subayların ellerindeki asker ve silahlarla önce ordudaki komuta kademesinin etkisiz hale getirilmesi ile ele geçirilmiş, daha sonra cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklanarak, hükümet; 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilerek, 1402 üniversite öğretim görevlisi görevden alınarak ve bazı üniversiteler kapatılıp el konularak, 520 hâkim ve yargıç görevden alınarak gerçekleştirilmiştir.
Başvekil Menderes ile iki bakanı, Polatkan ve Zorlu idam edildiler.
Darbeden sonra darbeyi planlayan ve icra eden 37 düşük rütbeli subay ve Emekli Orgeneral, Cemal Gürsel’in oluşturduğu Millî Birlik Komitesi marifeti ile ülke yönetimini üstlendiler. Başbakan Menderes ve iki bakanı, Polatkan ve Zorlu’yu idam edecek olan bu idare 3 Nisan 1963 tarihinde bu darbenin anısına 27 Mayıs gününü de Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak ilan etmiştir.
Hürriyet ve Anayasa Bayramı askerlerin 12 eylül 1980′de yeniden darbe yaparak anayasayı yeniden değiştirtmeleri, ve Kenan Evren tarafından yürürlükten kaldırılmasına kadar 20 yıldan fazla süreyle resmi bayram olarak kutlanmıştır.
İlan edildikten sonra resmi törenlerle her yıl 27 mayıs günü Hürriyet ve Anayasa Bayramı Anayasa Mahkemesi’nde kutlanır, devlet erkânı, Anayasa Mahkemesi başkanının makam odası önünde sıraya dizilerek başkana tebriklerini sunarlardı.
27 mayıs ihtilali bazı gençlerin(5 kişi) ölümlerini de “hürriyet şehitleri” olarak kutsamış, naaşlarını anıtkabir’e gömdürmüş ve isimlerini çok sayıda okul, gemi vb kamusal alanlara vererek ölümsüzleştirmiştir.
Darbenin yarattığı bu kahramanlarla ilgili tarihin gerçek yüzü ise şöyle anlatılmaktadır; (Kaynak: Anıtkabir’e gömülen protestocu öğrenciler: Yıldıray Oğur / Taraf 12.12.2010)
9 Haziran 1960
İki protestocu öğrenciye veda için İstanbul’daki devlet erkânı, öğretim üyeleri, subaylar ve binlerce İstanbullu Beyazıt Meydanı’nı doldurmuş. Dev bir Atatürk resminin asıldığı tarihî kapıdan Atatürk heykelinin yanındaki iki katafalka yatan öğrencilere bakan kalabalık “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu” marşını söylüyor. Yanında generaller, ağır, ağır kürsüye çıkan rektör Sıddık Sami Onar ağlamaklı: “Daha başka ölülerimiz de vardır. Naaşlarını belki bulamayacağız. Ama onları da kardeşleri gibi Ata’nın yanında kalplerimize gömeceğiz.”
5 gencin naaşı törenle anıtkabir'e defnedildi, 28 yıl sonra oradan çıkartıldılar. 
Cenazeler Sultanahmet Camii’ndeki cenaze töreninin ardından Sarayburnu’ndan Deniz Kuvvetleri’ne ait 505 No’lu Çeşme Mayın Tarama Gemisi’yle Kadıköy’e geçiriliyor. Haydarpaşa açıklarında protestocu öğrencileri 12 savaş gemisinden oluşan bir filo, Kadıköy İskelesi’nde ise alçak uçuş yapan jetler selamlıyor. Denizcilerin omuzladığı tabutlar, askerî bandonun çaldığı matem marşları, camilerden okunan salalarla Haydarpaşa’ya getiriliyor. Cenazelerin yüklendiği özel tren Ankara’ya doğru yola çıkıyor. Hereke, İzmit hatta gece geç saatte geldiği Eskişehir İstasyonu’nda resmî törenlerle karşılanıyor. Eskişehir’de cenazeler için İnönü, Sakarya Savaşı şehitliklerinden topraklar getiriliyor.
10 Haziran 1960
Sabah 09:57’de Ankara’ya varan trenden önce Rektör Sıddık Sami Onar iniyor. Garda onu karşılayan Tümgeneral Hakkı Sokullu’ya sarılıyor. Hem general hem de rektör ağlıyorlar.
Garda toplanan kalabalık “Katillere ölüm” diye bağırmakta. İstanbul’dan gelen iki cenaze diğer üç öğrenci cenazesinin beklediği Cebeci Camii’ne götürülüyor.
Ve son yolculuğa doğru hareket… Top arabalarına yerleştirilen beş gencin cenazesinin etrafında Deniz, Kara ve Hava Harp Okulu öğrencileri sıralanıyor. 2,5 kilometreyi bulan kortej, yol kenarına dizilmiş Ankaralıların öfkeli sloganları arasında defnedilecekleri Anıtkabir’e doğru yola çıkıyor. Ata
Nümayiş çıkmaması için Cemal Gürsel ve İsmet İnönü dışındaki bütün devlet erkânı, 27 Mayıs’ın Milli Birlik Komitesi üyeleri tam kadro kortejde. İnönü’yü oğlu Ömer İnönü temsil ediyor. Kortej Anıtkabir ve Cebeci’den top atışları ve alçaktan uçuş yapan jetler eşliğinde tam 2,5 saat sonra ancak Anıtkabir’e varıyor.
Anıtkabir önüne yerleştirilen beş masaya konan tabutlar için önce saygı duruşunda bulunuluyor, ardından askerî bando eşliğinde İstiklal Marşı söyleniyor. Bir üniversite öğrencisi, bir Harbiyeli ve Başbakanlık müsteşarı konuşmalarıyla “şehitleri” selamlıyor. Anıtkabir’in Çankaya’ya bakan tarafında hazırlanan mezara Harbiye öğrencilerinden oluşan tören mangasının üç el ateşiyle önce Teğmen Ali İhsan Kalmaz gömülüyor.
22 yaşındaki genç topçu teğmen, 27 Mayıs gecesi Büyük Postane’yi teslim almaya çalışan Harbiyelilerden biriydi. Direnen polisi teslim aldıktan sonra paniğe kapılan bir jandarma askerinden çıkan kaza kurşunuyla hayatını kaybetmişti. Ek: Tamamen yanlış!1958 IRAK DARBESİNDEN SONRA, ANITTEPEDE Muhafız Jandarma Alay Komutanlığı kurulmuştur. Bu aylın Birinci taburu Çankaya’da İkinci ve Üçüncü taburları da Anıttepede konuşlandırılmıştı. İkinci jandarma muhafız taburunun 5’inci bölüğü Başbakanlık binasının zemin katındaydı. O çıvardaki bakanlıkların, yeni TBMM’SİNİN ve TMO’NİN emniyetinden sorumluydu.6’ıncı bölük Ankara vilayet binasının kuzeyindeydi. TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASININ ve Milli Emniyet binasının dış korumasından sorumluydu. Ayrıca
bir takımı da Maltepe’deki hava gazı ve elektrik santralının korunmasından sorumluydu. Ben,her iki bölükte de görev yapmıştım. Daha sonra; Merkez postanesinin dış koruması Anıttepede ki 4’üncü bölük komutanlığına verilmişti.26/27 Mayıs 1960 5’inci bölük nöbetçi subaylığını –günün önemi nedeniyle—ben almıştım. O gece çok kepazelikler yaşanmıştır. Büyük postanedeki iki nöbetçi jandarma erinin silahını zorla almak isteyen Teğmen Ali ihsan kalmaz, ERLERİMİZE ATEŞ AÇAN Harbiyelilerin 762mm.Çaplı M/1silahlarından çıkan mermilerle vurularak öldürülmüştür. 
O İKİ JANDARMA ERİNİN BİRİSİ DOKUZ,DİĞERİ DE YEDİ YERİNDEN VURULMUŞTUR.ÖLMEMİŞLER KURTARILMIŞLARDIR.YAPILAN KONTROLDA DA O İKİ ERE VERİLEN ELLİŞER FİŞEK ANITTEPEDE YATAKLARININ ALTINDA ÇIKMIŞTIR.JANDARMALAR,7,9 MM.ÇAPINDA KIRIKALE YAPIMI PİYADA TÜFEĞİ KULLANMAKTAYDILAR.
Bu gerçek mahkeme dosyaları ile de doğrulandığı halde masallara sarılmak sürdürülmüştür.,Bölük nöbetçi subayının kontrolünde imal tarihlerine göre tasnif edilmiş 760 adet 7,9 mm. Piyade tüfeği fişeği vardı.Görevler de Smith wesson tabancalarla ifa edilmekteydi.Bu tabancaların 21 adedi çalındı.AHMET Salih Korurun da üç filintasını götüreni yakaladık,bu filintalar şimdi
 Kara harp okulundadır. Bölükte hiç makineli tüfek yok iken 18/ons ekiz makineli tüfekle bir buçuk saat Harbiyelilere ateş ettirmek suçu ile Harp Okulunda 11 gün tutuklu kaldım.  Osman TÜRKOĞUZ, E.J.ALB-HUKUKÇU.
Tören mangasındaki  İhsan Kalmazın ikinci ateşiyle ikinci mezara 11 yaşındaki Ankaralı öğrenci Ersan Özey gömülüyor. Ersan Özey, 27 Mayıs sabahında darbeyi kutlamak isteyen CHP’li babasıyla birlikte Çankaya’da sokağa çıkmıştı. Sokağa çıkma yasağını ihlal ettikleri için üzerlerine ateş açılmış ve babasının yanında askerler tarafından vurularak hayatını kaybetmişti.
Manganın üçüncü kez havaya ateş açışında üçüncü mezara büyük törenlerle İstanbul’dan getirilen iki cenazeden biri, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi 20 yaşındaki Turan Emeksiz gömüldü. Malatyalı Emeksiz, 28 Nisan 1960’da polisin sert biçimde bastırdığı Beyazıt’taki DP karşıtı büyük gösterilerde vurularak hayatını kaybetmişti. Turan Emeksiz’in polis silahından çıkan bir merminin yerde sekmesi sonucu öldüğünü söyleyen Adlî Tıp’çılar, otopsi raporunu çarpıttıkları için Yassıada’da, Bayar ve Menderes ve 117 DP’liyle birlikte Ankara-İstanbul Olayları Davası’nda yargılanmış, raporun doğru olduğu ortaya çıkınca beraat etmişlerdi.
Cenazesi İstanbul’dan getirilip dördüncü mezara gömülen Nedim Özpolat da aynı gösteride ölmüştü. İstanbul Erkek Lisesi öğrencisi Özpolat, Yassıada Başsavcısı’nın sözleriyle “Heyecanlı mizacının ve vatanperverliğinin tesiriyle üzerinde nutuk söylediği hareket halindeki tanktan, diğer bir tanka atlarken ayağı palete takılmış ve paletler arasında kalarak can vermişti.”
Ve Anıtkabir’deki son mezara Harbiye birinci sınıf öğrencisi Sökmen Gültekin defnedildi. O da 27 Mayıs gecesi darbeye hazırlanırken elindeki Thompson silahın ateş alması sonucu kendini vurmuştu.
23 Ağustos 1988
28 yıl sonra Anıtkabir’de mezarlıkta tören mangası yine gençlerin mezarlarının başında. Geniş güvenlik önemleri altındaki gizli tören 28 yıl öncekine göre hayli sessiz ve sade. Gözü yaşlı aileler, çocuklarının kemiklerinin mezarlardan çıkarılıp poşetlere konuluşunu izliyor. Bir kanun çıkmış, Anıtkabir’de İnönü dışındaki tüm cenazelerin Cebeci Şehitliği’ne taşınması kararlaştırılmıştı. Esas sebep ise 12 Eylül’ün 27 Mayıs’la hesaplaşmasıydı. Politik nedenlerle buraya gömülen gençler yine politik nedenlerle şimdi buradan götürülüyordu.
Devletin onlarla işi artık bitmiştir. 
Yukarıdaki bilgilerden özetleyerek tekrarlamak gerekirse hürriyet şehidimiz 5 genç fidan’ın ölümleri aslında şöyle olmuş;
22 yaşındaki genç ihtilalci harbiyeli topçu teğmen Ali İhsan Kalmaz 27 Mayıs gecesi Büyük Postane’yi teslim alması sırasında (direnen polislerin silahlarını teslim aldıktan sonra), “”paniğe kapılan bir jandarma askerinden çıkan kaza kurşunuyla”” hayatını kaybetmiş.
11 yaşındaki Ankaralı öğrenci Ersan Özey 27 Mayıs sabahında darbeyi kutlamak isteyen CHP’li babasıyla birlikte “”Sokağa çıkma yasağını ihlal ettikleri için üzerlerine ateş açılmış ve babasının yanında askerler tarafından vurularak”” hayatını kaybetmiş.
İÜ Orman Fakültesi öğrencisi 20 yaşındaki Turan Emeksiz 28 Nisan 1960’da “”polisin sert biçimde bastırdığı DP karşıtı büyük gösterilerde polis silahından çıkan bir merminin yerde sekmesi sonucu”” vurularak hayatını kaybetmiş.
İstanbul Erkek Lisesi öğrencisi Nedim Özpolat, heyecanlı mizacının ve vatanperverliğinin tesiriyle “”üzerinde nutuk söylediği hareket halindeki tanktan, diğer bir tanka atlarken ayağı palete takılması sonucu”” paletler arasında kalarak can vermiş.
Harbiye birinci sınıf öğrencisi Sökmen Gültekin 27 Mayıs gecesi darbeye hazırlanırken “”elindeki Thompson silahın ateş alması sonucu”” kendini vurmuş.
Bir gün sokakta dolaşırken bir okulun, resmi binanın, yahut vapurun üzerinde bu isimlerden herhangi biri ile karşılaştığımızda onların gerçek katilinin kim veya ne olduğunu, bu genç fidanların ne uğruna hayatlarını kaybettiklerini, hürriyet mücadelesinin aslında kimlerle ve neye karşı verilmesi gerektiğini bir kere daha düşünelim.”
[[Ozel-Büro-İstihbarat] Osman Türkoğuz, Emekli Albay

6 Eylül 2014 Cumartesi

6 - (7) EYLÜL OLAYLARI; 59. YIL & MÜFTERİ VE KRİPTOLAR BÖYLE YAZDI!..

6-7 Eylül Olayları Neden Oldu? - 6, 7 Eylül Olayları Nedir?
6 - 7 Eylül 1955'te İstanbul'da yaşayan başta Rumlara olmak üzere azınlıklara yönelik tahrip ve yağma hareketi. 6-7 Eylül Olayları Nedir? 6-7 Eylül Olayları Neden Oldu?
(Son güncelleme: 6 Eylül 2014 12:53, Mynet Haber)
6 - 7 Eylül 1955'te İstanbul'da yaşayan başta Rumlara olmak üzere azınlıklara yönelik tahrip ve yağma hareketi. Ülkedeki toplumsal olarak çeşitli etnik yapıyı belirtmek için yaygın olarak yapılan "mozaik " benzetmesine atıfta bulunarak, 6-7 Eylül Olayları için "mozaik çatladı" açıklaması yapılmıştır.
“6-7 Eylül 1955 Plânlanmış Kıyımı” ve Fotoğraflar:
Olaylar
1955'ten itibaren Demokrat Parti hükümeti gittikçe zorlaşan bir ekonomik durumla karşı karşıya kalmış ve özellikle yüksek enflasyon nedeniyle hayat standardı düşen kesimin güvenini kaybetmiştir; şüpheli metotlarla muhalefeti susturma çabaları ise basının, aydınların ve öğrencilerin de Demokrat Parti'den soğumasına yol açmıştır.[5] Örneğin Alman Dışişleri'nin bir raporuna göre daha olaylardan 15 gün evvel, muhalefeti kontrol amacıyla 7 Eylül 1955 günü İstanbul, Ankara ve İzmir'de sıkıyönetim ilan edilmesine karar verilmiştir.1956 yılında muhalefeti baskı altına almak için Basın ve Toplantı Yasası'na getirilen kısıtlamalar da büyük ölçüde 6-7 Eylül olaylarıyla gerekçelendirilmiştir. Menderes hükümetinin azınlıklara karşı baştaki liberal politikası, gittikçe zorlaşan ekonomik koşullarla değişir ve ilişkiler gerginleşir.
"Atamızın Evi Bomba ile Hasara uğradı" (İstanbul Ekspres)
Kıbrıs Türklerine yapılan baskılar, 1955 yılında Türkiye kamuoyunun gündeminde baş köşeye oturmuştur. O dönem Türkiye'de en çok satan gazete olan Hürriyet'in başlığında İstanbul'daki Rum azınlığın aralarında bağış toplayarak Kıbrıs Rumlarının ENOSİS çetelerine gönderdiğini yazıyordu. Dışişleri yetkilileri Londra'da Kıbrıs temaslarına devam ederken, Atatürk'ün Selanik'teki evinde bir bomba patlamasıyla ilgili haber, önce 6 Eylül 1955 günü saat 13.00 haberlerinde radyoda yayımlandı. (Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba attığı iddia edilen Selanik Üniversitesi Siyasal Bilgileri öğrencisi Oktay Engin daha sonra gıyabında mahkûm edilmiştir. Oktay Engin, 22 Şubat 1992 - 18 Eylül 1993 tarihleri arasında Nevşehir Valiliği'ne getirilmiştir.
Bunun üzerine, “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle ikinci baskı yapan Mithat Perin'in sahibi, Gökşin Sipahioğlu'nun yazı işleri müdürü olduğu[7] DP yanlısı İstanbul Ekspres gazetesi genelde tirajı 20.000 civarında olduğu halde 6 Eylül'de 290.000 basmış ve o dönemde kurulmuş olan Kıbrıs Türktür Derneği üyelerince bütün İstanbul'da satılmaya ve halkı galeyana getirmek üzere kullanılmaya başlandı.
Aynı baskıda Kıbrıs Türktür Derneği genel sekreteri Kamil Önal Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahzur görmüyoruz diye yazmıştır.
Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin[5] önayak olması ve diğer gençlik örgütleri, meslek kuruluşları, DP teşkilatı,[5] bazı resmi ve gayriresmî makamların telkin ve teşvikiyle yerel kalabalıklar ve şehre dışarıdan getirilmiş olan kitlelerce 6 Eylül akşamı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yağma ve yıkım eylemi gerçekleştirildi.
İlk saldırı saat 19.00 sıralarında Şişli'deki Haylayf Pastanesi'ne yapıldı.[kaynak belirtilmeli] Ardından büyüyen kalabalık Kumkapı, Samatya, Yedikule, Beyoğlu'na geçerek gayrimüslimlerin toplu olarak yaşadığı birçok semtte önce Rumların, ardından da Ermeni, Yahudi ve hatta yanlışlıkla bazı Türklerin dükkânlarına saldırarak yağmaya başladı. İstanbul'daki Rum azınlığın ev, işyeri ve ibadet yerlerine yönelik bu saldırılarda emniyet pasif bir tutum sergiledi. Rum vatandaşların adresleri hakkında önceden bilgi sahibi olan, yirmi-otuz kişilik organize birliklerin kent içindeki ulaşımı özel arabalar, taksi ve kamyonların yanı sıra otobüs, vapur gibi araçlar yardımıyla sağlandı. 7 Eylül sabahına kadar süren saldırılarda aralarında kilise ve havraların da bulunduğu 5.000'den fazla taşınmaz tahrip edildi ve milyonlarca dolarlık mal sokaklara saçılıp, yağmalandı.
İstanbul'un her yerinde yağmalar aynı yöntemle yapıldı. Dükkânlara saldıranlar önce vitrinleri taşlayarak kırdılar ya da demir parmaklıkları kaynak makineleri ve tel makasları yardımıyla açtılar, ardından içerideki alet ve makineleri dışarı çıkararak paramparça ettiler.
Kiliseler ve mezarlıklar da payını aldı: Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edildiği gibi, İstanbul'da bulunan 73 Rum Ortadoks kilisesinin tamamı ateşe verildi.
İzmit ve Adapazarı’ndan gelen yağmacılar geri dönmek üzere Haydarpaşa İstasyonu'na geldiklerinde, üzerlerinde yağmaladıkları mallarla yakalandılar. Bunların büyük bir bölümünün başka şehirlerden getirildiği ortaya çıktı (örneğin Sivas’tan 145, Trabzon’dan 117, Kastamonu’dan 116, Erzincan’dan 111 kişi.)
Hasarlar
Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 kişi öldürülmüştür. Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Dilek Güven'in Sabah gazetesine verdiği röportaja göre ölü sayısının az oluşu gruplara "ölü olmasın" emri verilmesi sebebiyledir. Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayriresmî rakamlara göre 300 kişi yaralanmıştır. Güven'e göre resmi rakamlara göre altmış olan tecavüze uğrayan ve utanmalarından veya korkmalarından dolayı şikayette bulunamayan kadın sayısının 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir.
4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğramıştır.
Maddi hasarın, o günün değerine göre 150 milyon - 1 milyar Türk Lirası arasında olduğu tahmin edilmektedir.[13] Demokrat Parti hükümeti zarara uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon Türk Lirası cıvarında tazminat ödemiştir.
Zamanın gazetelerine göre "asıl suçlu, Türkleri provoke eden Rumlardır". Halbuki 6-7 Eylül olaylarının sadece Kıbrıs'la ilgili olarak Rumlara yapılmış bir misilleme olmadığının bir göstergesi, tahrip edilen işyerlerinin sadece yüzde 59'u Rumlara aitken, kalan yüzde 17'sinin Ermenilere, yüzde 12'sinin Yahudilere ait olması, hatta dönmelere ve Müslüman olmuş Beyaz Ruslara ait mekânların bile saldırıya uğramasıdır.
Sonrası
Olayların başladığı saatlerde İstanbul'da olan başbakan Adnan Menderes saldırıların kontrol edilememesi üzerine Sapanca'dan çağrıldı ve sıkıyönetim ilan edildi. Olaylarla ilgili olarak önce 3.151 kişi tutuklandı. Sonradan bu sayı 5.104'e yükseldi.
10 Eylül 1955 günü dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa etti. Başlangıçta soruşturmalar Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve gençlik örgütleri etrafında yoğunlaşan ve o günlerde ilan edilen sıkıyönetim savcıları tarafından yapılan ilk soruşturma ve yargılamalar, daha sonra DP iktidarının bastırması sonucunda komünistler suçlanmıştır.[5] Aralarında Aziz Nesin, Nihat Sargın, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo ve Hulusi Dosdoğru'nun bulunduğu yaşayan fişlenmiş komünistler ile ölmüş dört komünist hakkında dava açıldı. Tutukluların çoğu Aralık 1955'te serbest bırakılır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, muhalefet lideri İsmet İnönü'nün, hükümeti ağır bir dille eleştiren ve gerçek suçluları takip yerine suçsuz vatandaşlara işkenceyle suçlayan konuşmasıdır. Dava beraatle sonuçlandı. Kısa süre sonra Kıbrıs Türktür Cemiyeti de kapatıldı.[7] 1960 darbesinden sonra, bu olaylar Yassıada yargılamalarının gündemine oturdu. 27 Mayıs darbesinden sonra cunta tarafından organize edilen Yassıada Yargılamalarında olayların DP hükümetinin başbakanı Adnan Menderes'in provokasyonu sonucu kontrolden çıktığı iddia edildi ve cunta mahkemesi Demokrat Parti yönetimini 6-7 Eylül olayları nedeniyle de cezalandırıldı.
Dr. Dilek Güven'e göre:
Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı Hikmet Bil ve üyeleri cezaevine girdi. Ama "Ya bizi serbest bırakırsınız ya da biz bazı şeyleri ifşa ederiz" deyince serbest bırakıldılar. Olaylar halkın üzerine kaldı. Çünkü mahkemede, "Türk milleti galeyana geldi, olayları gerçekleştirdi" denildi. Kimse ceza almadı. İkinci dava Yassıada'ydı. Menderes ve hükümet üyeleri yargılandı. Bu davada da olaylar sadece hükümet üyeleri üzerine yıkıldı. Menderes, defalarca MAH yani MİT Başkanı'nın mahkemeye çağrılmasını istedi. Ama hep reddedildi. Olaylar aydınlatılmadı.[kaynak belirtilmeli]
Olayların ardından, Türkiye'de yaşayan binlerce Rum Türkiye'den göç etmiştir. Rum nüfusun zamanla azalmasıyla Rumların ekonomideki etkisi zayıflamaya başlamış ve daha önceki azınlıklara yönelik eylemlerde olduğu gibi Türklerin sermayeye hakim olması hızlanmıştır. Birkaç bin Rum ise özellikle Mersin ve Tarsus'a yerleşmişlerdir.[14] Zamanla kalan Rumların da büyük çoğunluğu İstanbul'u terketmiştir. Nüfus mübadelesi sonucunda 1925 yılında yaklaşık 100.000'e düşen İstanbul'daki Rum nüfus, 2006 yılında 2.500 kişiye kadar düşmüştür.
6-7 Eylül 1955 olayları, Rumların büyük göç dalgalarıyla ülkeden ayrılmasına neden oldu. Gayrimüslimlerin büyük bir kısmı için, yaşananlar, Türk vatandaşı olarak kabul görmediklerinin kanıtı olmuştu. Hangi parti iktidarda olursa olsun, gelecekte de ayrımcılıklara maruz kalacakları düşüncesiyle ve kendilerini güvende hissetmedikleri için, özellikle Rumlar yurtdışına göç kararı vermişlerdir. Nesiller boyu bu topraklarda yaşamış olan İstanbul'un gayrimüslim yerlileri, bu gibi davranışlar sonucu evlerini ve anavatanlarını terk etmek durumunda bırakılmışlardır. Ancak hükümetin o dönemde kabul etmediği olaylar 1998 yılı içinde bir meclis önergesi sırasında kabul edildi. Tazminat değeri olan 70.000 Lirayı vermeye hükümet yanaşmadı.
6-7 Eylül olaylarının olduğu sırada Seferberlik Tetkik Kurulu'nda görevli olan, 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu'na verdiği röportajda 6-7 Eylül olayları hakkında şu demeci vermiştir.
"6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. ( Bu sözleri Sabri Yirmibeşoğlu 21.09.2010 da bir televizyon kanalındaki röportajında yalanlamıştır)"
http://www.mynet.com/haber/guncel/6-7-eylul-olaylari-neden-oldu-6-7-eylul-olaylari-nedir--1441105-1
***
"6-7 Eylül olaylarını Menderes tertiplemişti!"
Mustafa ARMAĞAN
Tiyatro sanatçısı Atilla Olgaç'ın bir televizyon programında Kıbrıs 'barış harekatı' sırasında biri 19 yaşında sivil esir olmak üzere 10 Rum'u öldürdüğünü söylemesi Yunanistan'ı harekete geçirdi. Haberlere göre Yunanistan, Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmesi doğrultusunda soruşturma başlatmış, Türkiye'den tazminat talep edecekmiş.