16 Ocak 2015 Cuma

DP., DEMOKRAT PARTİ'NİN 69. KURULUŞ YILI, Doç. Dr. Mehmet ÖZDEMİR

MEHMET ÖZDEMİR
Demokrat Parti’nin 69. Kuruluş Yılı
Doç. Dr. Mehmet ÖZDEMİR 
Türkiye, sonu giderek kararan bir yolda hızla ilerlemektedir. Bir taraftan PKK ile yürütülen, milletten ve onun Meclisi’nden kaçırılarak yürütülen görüşmeler, geleceğimizi tehdit etmektedir. Diğer taraftan Türk milletinin manevi değerleri yıkılmış, hırsızlığın ve ahlaksızlığın meşru ve olağan görüldüğü bir devir açılmıştır. “Yeni Türkiye” adı atlında Türk Devleti’nin temelleri yıkılmaktadır. Tüm diktacı rejimler kendilerini hep “yeni” olarak tanımlarlar. Bu kavramın başının ne İslam felsefesinden ne batı düşüncesinden hiç anlamadığı ortadadır. Velhasıl Demokrat Parti’nin 69. kuruluş yılına kapkara bir tablo içinde giriyoruz.  “Demokrat Parti’nin kuruluşu ve iktidara gelişi bir destandır”
Demokrat Parti 7 Ocak 1946 yılında kuruldu. Kuruluşu ve iktidara gelişi ayrı bir destandır. “Çiftçiyi topraklandırma kanunu” dolayısıyla CHP içinde muhalefeti temsil edenler, anılan kanuna karşı “Dörtlü takrir” olarak bilinen bir önerge verdiler. Bu gelişmeden sonra parti içinde muhalefeti sürdüren Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan, CHP’den ihraç edildiler. Takririn diğer imzacısı Celal Bayar ise önce milletvekilliğinden sonra da CHP’den ayrıldı.
Böylece Demokrat Parti 7 Ocak 1946’da “Dörtlü Takrir”e imza koyanlar tarafından kuruldu.. Kurucularından üçü İstiklal Madalyası sahibi, Kurtuluş Savaşı kahramanıdır; diğeri Ordinaryüs Profesör, Türkoloji alanında bir otoritedir. “Dörtlü Takrir”e güç kazandıran imza, elbette ki Atatürk’ün son Başvekili Celal Bayar’ın imzasıdır. Celal Bayar’ın ömrü, politika ve mücadeleyle geçmiştir. Bir taraftan Yunan Ordusu karşısında silahlı mukavemet etmiştir; diğer taraftan da ciddi bir iktisatçı ve bilge bir devlet adamıdır.
Adnan Menderes, Çakırbeyli Çiftliği’nin sahibi genç bir aydındır. Tarih okuyor, tarım işleriyle uğraşmaktadır. Atatürk’ün özel teşvikiyle politikaya giriyor. Celal Bayar, bu genç politikacının Halk Partisi’ne kazandırılmasında yarar görüyor ve 31 yaşında CHP Aydın Milletvekili oluyor.
Refik Koraltan, TBMM’nin Birinci Dönemi’nde milletvekili seçilmiştir. Hukukçudur. Cumhuriyetin özellikle ilk yirmi yılı içinde, Atatürk’ü ve CHP’yi hararetle desteklemiştir.
Bu dört kurucu bir araya gelip Demokrat Parti Programı’nı kaleme almaya hazırlandıkları sırada, o günkü Türkiye’nin sosyal ve siyasi durumu hakkında ulaştıkları fikirler, son derce önemlidir.
Yapılan müzakerelerden sonra Atatürk ilkelerinin yurtta yerleşmiş ve ulusça benimsenmiş olduğuna olan inanç pekiştirildi. İnkılaplar Çağı Atatürk’ün ölümüyle kapanmış, sosyal gelişim ve ilerleme (tekamül) çağı başlamıştı. Atatürk devrimleri sağlamdı ve oturmuştu. Bunların daha da geliştirilmesi gereklidir.
İnkılapların en büyüğü olan cumhuriyet, demokrasi esasları ile desteklenerek hedefine ulaştırılmalıdır.
“Devletten millete doğru” değil, “Milletten devlete doğru”

Ta, III. Selim’den bu yana bütün yenilik hareketleri tepeden tabana, yukarıdan aşağıya yapılmıştır.
Devletin “üst yapısını” oluşturan güçler, çeşitli nedenlerle “Batılılaşma” zorunluluğunu duymuş ve bunu “alt yapıya” kabul ettirmeye çalışmıştı.
Artık yola çıkmış oldukları 1945 yılında alt yapının bu kurtarıcı fikirlerle bilinçlenmiş olduklarında mutabıktılar. Artık “devletten millet doğru” değil, “milletten devlete doğru” bir fikir ve uyarma akımının başlaması gerekliydi. Olgun bir ulus olan Türk Milleti, kendisini idare etmeye muktedirdi. Öyle ise kurulacak parti, devlet yönetimini aşağıdan yukarıya doğru işleten bir parti olmalıydı.
Bu çağdaş bilim anlayışına uygun fikirler, demokrasi konusundaki görüşlerini de berraklaştırıyordu.
“Biz, demokrasiye yönelmekle, siyasi bünyemizde temelden bazı değişiklikler yaptığımız sanılır. Bu, hakikat değildir. Bizde derebeylik, kölelik bunun sonucu olan aristokrasi olmadığı için, devlet doğrudan sınıfsız bir kitleye, halka dayanmıştır.
“Demokrat Parti, Türkiye’nin her yönüyle ayrıntılı bir tahlilini yapmıştır”
Halk, devlet idaresine, seçimsiz iştirak etmektedir veya “biat” ve “itaat” hakkı ile manevi bir seçim yapar. Böyle olmasa, demokrasi bizi bin yıllık geleneklerimizin dışına düşürürdü. Bizim yapacağımız iş, işte bu manevi seçimi, maddi seçim haline getirmektir.
Türkiye’nin her yönüyle ayrıntılı bir tahlilini yaparak kurulmuş ilk, dışımızda kurulanlara bakacak olursak son partidir Demokrat Parti.
Görüşlerinin son derece doğru, son derece tarihi ve sosyal gerçeklere uygun olduğu bilimsel bir gerçektir.
Demokrat Parti çok ciddi bir fikri hazırlık aşamasından sonra kuruldu.
O dönemin çok güç ulaşım ve haberleşme imkanlarına rağmen kısa zamanda büyük gelişme gösterdi. Yurdun birçok yerinde örgütlendi. Binlerce üyeye sahip oldu. On binlerce taraftar edindi. Giderek bu sayılar daha da arttı. Demokrat Parti’ye gönül verenler milyonlara ulaştı.
Durum böyleydi ama zamanın iktidarı bu gelişmeyi durdurmak, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesini engellemek istiyordu. Önce ilk genel seçimleri yapması gereken tarihten 15 ay geriye, 1946 Temmuz’una aldı. Seçimler Ekim 1947’de değil, 21 Temmuz 1946’da yapılacaktı. Cumhuriyet halk Partisi ve İnönü, böylece Demokrat Parti’yi hazırlıksız yakalayacaktı.
Demokratik seçimlerin önemli kuralı “gizli oy, açık tasnif” ilkesi bu seçimlerde ters işlemiş, “açık oy, gizli tasnif” şekline dönüşmüştü. Seçim sonunda da oy pusulaları yakılacaktı.
“Seçimleri Demokratlar kazandı, mazbataları Halkçılar aldı”
Tabii sonunda bu senaryoya uygun bir tablo belirdi. Cumhuriyet Halk Partisi 395, Demokrat Parti’nin 66 milletvekilliği kazandığı açıklandı.
Burhan Felek, o günlerde yazdığı bir yazıda iktidarın sahteciliğini şöyle tanımlamıştı; “Seçimleri Demokratlar, mazbataları Halkçılar kazandı.”
Demokrat Parti, ilk Meclis’e girişinden itibaren çok ciddi bir hazırlıkla iktidara yürümesini devam ettirdi.
Kuruluşunun 1. Yıldönümünde 1. Büyük Kongresi’ni yaptı.
7 Ocak 1947 günü toplanan Kongre, 5 gün sürdü. Türk Milleti’nin siyasal beklentilerine cevap niteliği taşıyan bir belgenin yayınlanmasıyla kapandı.
Bu belge, siyasi tarihimizde “Hürriyet Misakı” olarak adlandırılacaktır.
Bildiride Türk demokrasisi için her zaman önemini koruyacak 3 hususa yer veriliyordu:
1. Antidemokratik ve Anayasa’ya aykırı kanunlar kaldırılmalıydı.
2. Seçimler devlet memurları tarafından değil, hukuki mercilerce kontrol edilecek bir düzende yapılmalıydı.
3. Cumhurbaşkanlığı makamıyla parti liderliği birbirinden ayrılmalıydı.
Demokrat Parti’nin 2. Büyük Kongresi 20 Haziran 1949’da toplandı. Genel seçimlere bir yıldan az zaman kalmıştı. Parti, iktidar yolunda önemli kararlar aldı.
5 gün süren kongre, siyasal tarihimizde yer alacak bir bildiri ile sona erecekti. Bildirinin adı “Milli Teminat Andı” idi. Milli Teminat Andı’nda seçim kanunu ile ilgili ihlallere temas ediliyor, bu davranışların kişilerin tabii haklarının ihlali anlamına geleceği vurgulanıyordu.
Vatandaş bu durumda gerekirse kendini de oyunu da koruyabilecekti.
Ve CHP ne yaptıysa oyunları tutmadı, evdeki hesapları çarşıya uymadı. Demokrat Parti 14 Mayıs 1950 günü yapılan seçimlerde büyük bir zafer kazandı. Oyların yüzde 53’ünü alarak Meclis’e 408 milletvekili sokmayı başardı.
İktidar partisi ise yüzde 39 oyda kalmış ancak 69 milletvekili kazanabilmişti.
Buraya kadar Demokrat Parti’nin kuruluşunu ve iktidar yolculuğunu anlatamaya çalıştık.
“Demokrat Parti Türkiye’nin meselelerini ve bunların çözümünü biliyordu”
Demokrat Parti, Türk Milleti’nin kendisini milli iradeyle, kendi öz iradesiyle yönetme isteğini dile getirmiştir.
Bunun kendi kadrolarıyla olabileceğini söylemiştir.
Türk Milleti’nden bunun için yüksek oranda oy almış; icraatlarıyla, eserleriyle bunu göstermiş bir siyasal kuruluştu.
Demokrat Parti serbest oy mekanizmasına bağlı demokratik düzene inanmaktaydı. Sonuna kadar bunun kurallarına uymuştu.
Demokrat Parti Türkiye’nin ekonomik başarılara ihtiyacı olduğunu görüyor, bunun çözüm yollarını biliyor ve uyguluyordu. Bunu gerçekleştirmek için de en ücra köyden, başkente kadar her tarafta kalkınma hamlesine girişmiş, bunda büyük ölçüde başarı kazanmıştı.
Demokrat Parti Türk insanına, Türk ülkesine layık büyük eserlere imza atmıştı.
Demokrat Parti, demokratik ülkelerin Türkiye’ye saygı duyacakları bir dış politikanın kurucusu olmuştu. Uyguladığı dış politikayla Türkiye’ye hür dünyada onurlu, saygın bir yer kazandırmıştı.
“Yeter! Söz Milletindir!”

Demokrat Parti, “Yeter! Söz Milletindir” demişti. Türk milletine kendi geleceği için söz hakkı verilmesini istemişti. Türk milleti demokratik hayatın ancak bu parolayla gerçekleşeceğini bilmekteydi. Bunu da ancak Demokrat Parti’nin başaracağına inandığı için ona güvenmiş, ona oy vermişti.
Demokrat Parti kurucuları, Milli Mücadele’de Cumhuriyet’in ilanı sırasında Atatürk’ün yanında, yakınında olmuş kişilerdi. Türk Milleti Demokrat Parti’ye bunun için güvendi. Onu bu yüzden benimsedi.
Demokrat Parti yöneticileri halkın arasından gelmiş insanlardı. Halkın dertlerini, ihtiyaçlarını bilen kişilerdi. Onlar Türk Milleti’ne güven veriyordu. Türk Milleti’nin Demokrat Parti’ye bu inançla verdiği destek onu her seçimde en büyük parti yaptı.
Demokrat Parti bu destekle hiçbir partinin erişemediği siyasal başarılar kazandı.
Demokrat Parti halkla devleti bütünleştirdi. Bunu, ayrım yapmadan, kin göstermeden, sevgi, şefkat ve eserleriyle yaptı.
Türk Milleti Demokrat Parti’yi özlüyor.
O’nu ve O’nun misyonu’ndan gelenleri bekliyor.
Bu karanlık yoldan başka türlü çıkamayız. 

7 Ocak 2015 Çarşamba

07 0CAK 1946’DAN 2015’E, NACİ AKIN & 07 OCAK 2015

07 0CAK 1946’DAN 2015’E
            Bugün 7 Ocak, Türkiye’de bir daha geri dönülemez bir şekilde çok partili siyasi hayata geçişimizin, yani Demokrat Partinin kuruluşunun 69. Yıl dönümü. Acaba bugünkü neslin kaçta kaçı, Demokrat Partinin kuruluş ve var oluş sebeplerini biliyor, anlıyor? Kuruluşunun üzerinden henüz birkaç ay bile geçmeden, büyük halk çoğunluğunun desteğini alan, teveccühünü kazanan, 6 ay sonra girdiği ilk seçimde oyların çoğunluğunu aldığı halde devlet gücüyle kaybettirilen Demokrat Partinin doğuş ve yükseliş sebeplerinin kim ne kadarını biliyor?
            Her yıl 7 Ocakta veya 14 Mayısta düzenlenen toplantılarda Demokrat Partinin, halkın oligarşik dikta yönetimine başkaldırısı olarak doğduğu değerlendirilir. Doğru mudur? Evet, doğrudur ama bu tek cümle, Türkiye’de en büyük değişim ve dönüşüm hareketini başaran, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu fikrini kuvveden fiile geçiren, Atatürk’ün “Köylü Milletin Efendisidir” sözünün doğruluğunu ortaya koyan, halkı tebaa olmaktan kurtarıp Türkiye Cumhuriyetinin eşit yurttaşı olmasını sağlayan bu büyük hareketi ifade etmekte yetersiz kalır. Demokrat Partiyi anlatabilmek için ne kadar tarihi, sosyolojik, ekonomik, siyaset bilimi ve iletişim alanlarında bilimsel araştırmalar yapılırsa yapılsın gene de Demokrat Partinin ideolojisini, halkın bu kadar gönlüne girebilecek potansiyeli elde etmesini, ekonomik, sosyal görüşlerini, halka yaklaşımını, tanımlayabilmek mümkün değildir. Onu ancak, 50 öncesinde ve sonrasında yaşayanların, yaşadıklarının, düşündüklerinin ve davranış biçimlerinin ortaya çıkarılması ve analiz edilmesi ile belki biraz daha gerçekçi çıkarımlar yapabiliriz.

Bu tür araştırmalar yapılmamış mıdır? Elbette yapılmıştır, araştırmalar, makaleler, doktora tezleri, doçentlik tezleri yazılmıştır, gazetelerde birçok tefrikalar yer almış, kitaplar yayınlanmıştır. Ancak tüm bunlar tek başına ne Demokrat Partinin felsefesini, idealini ortaya koymaya ne de o günün ve bugünün seçmen davranışlarını, halkın yaklaşım ve düşünce tarzını analiz etmeye yeter. Genel kapsamlı ve makro düzeydeki çalışmalar bir yere kadar siyaset bilimi ve yakın tarih açısından bir anlam ifade edebilir, ancak seçmen davranışlarını analiz edebilmek için yerel araştırmalara, sözlü tarih çalışmalarına, o dönemleri yaşayan halktan alınan tutarlı verilere dayalı bilimsel araştırmalara da ihtiyaç vardır. Bunu yapanlar da olmuştur, örneğin değerli dostum C.B.Ü Demirci Meslek Yüksek Okulu önceki müdürü Doç. Celal Metin’in “Çok Partili Siyasal Hayata Geçiş Döneminde Demirci’de Siyasal Değişim: Bir Sözlü Tarih Çalışması” buna bir örnektir. Bunun gibi belki başka çalışmalar da vardır, ancak bunlar ne kadar topluma yansıyabilmiştir? Siyasetçiler, siyasal analiz yapanlar, araştırmacılar bunlardan ne kadar istifade edebilmiştir? Bunların daha da yaygınlaştırılması, sadece üniversite kütüphanelerinde ve arşivlerinde kalmayarak kamuoyuyla da paylaşılması daha fazla yarar sağlayacaktır.
            Ben isterdim ki, 1946 seçimlerindeki Aslanköy (Mersin) direnişi ile ilgili araştırmalar yapılsın, direnişe katılan kadınlardan hayatta kalanlar varsa onlarla görüşülsün, direnme sebepleri ortaya çıkarılsın.
            Bilmeyenler için kısaca anlatayım: Malum 1946 seçimleri çok partili siyasi hayata geçişimizin ilk seçimleriydi. Demokrat Partinin hızla yükselişe geçtiğini fark eden iktidardaki CHP seçim tarihini öne çekerek Temmuz ayında seçim yapılmasını kararlaştırmıştı. Amaç DP’yi tam olarak örgütlenemeden hazırlıksız yakalamaktı. Buna rağmen DP neredeyse tüm yurtta seçimlere katılmış ve büyük de başarı elde etmişti. Ancak o zamanki seçim sistemi açık oy gizli tasnif öngörüyordu. Yani halk jandarmanın, devlet görevlilerinin gözü önünde açık olarak oy kullanıyor fakat sayım gizli odalarda devlet görevlilerince yapılıyordu. Buna rağmen halk korkmadan DP’ye oyunu vermişti ama gizli yapılan sayımlarda oylar çoğunlukla CHP’ye yazılmıştı. Dürüst görevlilerin olduğu bölgelerde ise DP adayları seçimi kazanmıştı. Aslanköy’de sandıklar kapandıktan sonra jandarma sandıkları alıp sayım için götürmek istiyor ve tartışma çıkıyor, jandarma da birçoklarını gözaltına alıyor. Bunun üzerine toplanan yiğit Aslanköy kadınları büyük bir direniş başlatıyor, sandıkların üzerine oturarak oylarının çalınmasına engel oluyorlar.
            Bana göre sebepleri farklı da olsa Aslanköy direnişini başlatan o yiğit kadınların eylemlerindeki düşünce ile Gezi hareketinin arkasında yatan düşünce aynıdır. Maalesef başlangıçta fevkalade taraftar bulan Gezi hareketi, bazı marjinal gurupların bu masum ve haklı hareketi kendi siyasi çıkarlarıyla vandalizme dönüştürmesi toplumda uyanan olumlu havayı da ortadan kaldırmıştır. Dedesi Yassıada mahkemeleri sonrası haksız yere idam sehpasında can veren, torun Fatin Rüştü Zorlu’nun Gezi hareketinde yer alması da genlerinden gelen haksızlığa, hukuksuzluğa, keyfiliğe, baskıya ve acımasızlığa, başkaldırıdan başka bir şey değildir. Eğer Aslanköy direnişi ya da Demokrat Partinin kuruluş aşamasındaki benzeri, baskı, tehdit ve yıldırma politikalarına karşı girişilen eylem ve direnişler çalışılmış, analiz edilmiş olsaydı belki bundan dersler çıkarmasını bilenler Gezi Hareketinin amacından sapmasına engel olabilecek davranışları gösterebilirlerdi.
            Türkiye ne Cumhuriyetin temel değerlerinden, Atatürk’ün koyduğu çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma hedefinden ne de demokrasiden ve İslami değerlerden vaz geçemez. Milleti bir ve bölünmez olarak tutabilmek, ötekisi olmayan bir toplum yaratabilmek tüm yurttaşların hür ve eşit olmasını sağlayabilmek de bu saydığımız değerleri birini diğerinden üstün tutmadan koruyup, kollamak ve uygulayabilmekten geçer. Bir başka deyişle, Devleti milletiyle kavgalı değil, tüm unsurlarıyla, etnik ya da mezhepsel farklılıkları, ayrılık değil zenginlik olarak görerek tüm bireyleri ile barışık, halkının mutluluğu ve refahı için çalışan bir devlet anlayışı gerekmektedir. Demokrat Parti işte bunu başarmıştır. Demokrasi ve hürriyet içinde kalkınmayı sağlamıştır. Bugüne kadar bunu başarabilen iktidarlar da Demokrat Parti ve onun devamı olan partilerin iktidarları olmuştur. 
Düşününüz ki Cumhuriyetimizin kurulduğu 29 Ekim 1923’ten Demokrat Partinin iktidara geldiği 14 Mayıs 1950’ye kadar geçen 27 senelik dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devleti sayısız etnik, mezhepsel ve laiklik karşıtı başkaldırı, suikast, isyan ve eylemlere maruz kalmıştır. Ancak, Demokrat Partinin 10 yıllık iktidar döneminde Devlete karşı tek bir silahlı kalkışma olayı yaşanmamıştır. İşte bu Devlet ile milletin barışık olması, devletin tüm yurttaşlara karşı eşit, adil ve hukuka saygılı yaklaşımı sayesinde olmuştur. Demokrat Parti ne din elden gidiyor safsatalarına ne de Cumhuriyet elden gidiyor vehmine kulak asmamış, Cumhuriyetin değerleriyle milletin değerlerini bir arada tutarak halkın barış içinde, hür ve eşit yurttaşlar olarak yaşamasına imkan sağlamıştır.
            Bugün geldiğimiz ortamda ülke, bölünmenin eşiğine gelmiş, insanlar her hadise bahane edilerek kutuplaştırılmış, atılan olumlu veya olumsuz her adımda bir art niyet aranır hale gelmiş, bir taraf siyasal İslamı referans alırken diğer taraf her fırsatta Cumhuriyetin değerleri yok ediliyor vehmine kapılarak toplumu germeye devam etmektedirler. Bu gerginlik toplumda huzursuzluğu had safhaya çıkarmış, bunun arkasına sığınarak politika üretmeye çalışanlar ise her vakayı darbe girişimi diye niteleyerek gerginliği daha da artırmaktadırlar.
            Türkiye böyle bir siyaset anlayışına layık değildir. Peki o zaman nasıl normalleşeceğiz?  Nasıl gerginliği ortadan kaldırarak, demokrasiyi rayına sokup, medeni siyaset anlayışına sahip olacağız? Huzur ve istikrarı sağlayıp, devletle milleti barıştıracağız? Dün bir taraf ötekileştirilirken, diğer tarafın ötekileştirilmesine nasıl mani olacağız? Ben bu soruları soruyorum, elbette bunların cevabı bende vardır. Ancak biraz da sorumluluk sahibi siyasetçilerin, en büyük silahları kutsal oyları olan aziz vatandaşlarımızın daha akılcı, mantıklı, şahsi ikbal ve ihtiraslarından arınarak, bir kez daha düşünüp doğru yolu bulmalarını istiyorum.
            Demokrat Partinin kuruluşunun 69. Yılında; Türkiye’nin halen daha Demokrat Partinin barışçı ve demokrat yaklaşımına ihtiyaç varsa çare de vardır.  Hukukun üstünlüğünün sağlandığı, hür ve bağımsız bir Türkiye,  dileyen herkesin fikirlerini serbestçe söyleyebildiği, özgür bir Türkiye idealimizdir. Ülkenin birlik ve bütünlüğünün korunmasına ve halkının hiçbir ayırım gözetmeksizin hür ve eşit yurttaşlar olarak bir arada ve barış içinde yaşamasına, herkesin inancına, kültürüne, geleneklerine göre hayatını serbestçe sürdürmesine bugün her zamankinden fazla ihtiyacımız vardır. Herkesin serbestçe dilediği işi, ticareti yapmasına ve devletin müteşebbisin önünü açmasına, iş ve yatırım ortamını iyileştirmesine, kalkınan, gelişen, büyüyen, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmış bir Türkiye’ye ihtiyacımız varsa çare de vardır…
            Demokrat Partinin Türk siyasi hayatına bir güneş gibi doğuşu, ülkemize çok partili ve çoğulcu demokrasinin gelişinin 69. Yılı kutlu olsun. Allah bir daha bu ülkeye darbeleri, acıları göstermesin. Hür ve bağımsız Büyük Türkiye’ye ulaşmak için fırsat versin. Hepinize mutlu seneler dilerim.