28 Mayıs 2014 Çarşamba

EĞER, "27 MAYIS" OLMASAYDI!...

27 MAYIS OLMASAYDI!...
Mehmet Arif
DEMİRER
Neler olurdu?
Eğer CHP’nin hırçın muhalefeti devam etseydi, 27 Mayıs mutlaka olurdu.
Önce bu konuda bir mutabakat gerekiyor.
27 Mayıs Ortamını geliştiren faktörlerin başında darbeye soyunanların CHP ile temas halinde ve birlikte Darbe Ortamını oluşturma çabaları vardı.
CHP’nin hırçın muhalefet yapmak ve darbeye yönelik faaliyetlerinden vazgeçerek muhalefet görevini demokrasi kuralları çerçevesinde sürdürmeyi kabul ettiğini varsayarak “27 Mayıs Olmasaydı?” sorusuna şu cevapları verebiliriz:
Önce neler olmazdı?
Kıbrıs’ta Kanlı Noel olmazdı. (Kıbrıs 50 yıldır Türk dış politikasının baş ağrısı olmuştur.)
PKK doğamazdı. (1950 – 1960 döneminde Kürt Milliyetçiliğine yönelik bir sinyal dahi görülmemişti. Şeyh Said’in torunu ile birlikte çok sayıda Kürt kökenli saygın kişiler DP milletvekili idiler.)
Yatırımlar durmazdı. (Milli Birlik Komitesinin 1 No. Broşürü’nde bir Kurmay Albay’ın başkanlığında bakanlıklar arası bir Komisyonun raporuna dayalı olarak yatırımların durdurulduğu ve zararlı olanlardan vaz geçileceği açıklanmıştır.) (Broşür bende var)
Neler olurdu?
Sovyetler Birliği ve 27 Mayıs’tan birkaç gün önce Ankara’ya gelen Nehru’nun ülkesi Hindistan ile (o tarihte dünyanın nüfus bakımında ikinci en büyük ülkesi, bugün birinci) ile iyi komşuluk ve dostluk ilişkileri kurulur ve geliştirildi.
NATO üyesi, CENTO’nun kurucu üyesi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü Türkiye, 1958 yılında başlattığı Uzak Doğu ilişkilerini (özellikle ekonomik ilişkiler) hızla geliştirirdi.
Türkiye; AET, Sovyetler Birliği ve Uzak Doğu ile çok eksenli ilişkiler kurar ve AET’ye tam üye olmanın tek alternatif olmadığını önce Türk Milletine sonra tüm dünyaya gösterir, böylelikle uluslararası saygınlığını çok büyük ölçüde artırmış olurdu.  
Keban ve İstanbul köprüsü gibi büyük yatırımlar 10 yıl önce gerçekleşmiş olurdu.
TCDD, 1958 – 1967 10 Yıllık Kalkınma Programını (202 sayfa + Tablolar) gerçekleştirir, karayolu – demiryolu dengesi kırk yıl önce sağlanmış olurdu. (Bu kitap bende var)
Sivil havacılıkta, 1 Mart 1956’da kurulan THY, 1957 yılında imzalanan ortaklık sözleşmesi ile yabancı ortağı İngiliz BOAC şirketi ile çok büyük atılımları gerçekleştirir ve İstanbul’u sivil havacılığın en önemli merkezlerden biri yapardı. Bu hedef daha önce 20’li yıllarda Almanlarla (Junkers A.G. ve Lufthansa), 30’lu yıllarda Amerika’nın o tarihte en büyük uçak yapımcısı ve sivil havacılık şirketi Curtiss Corporation ile denenmiş ama gerçekleşmemişti.  
Her köye bir ilkokul, her ilçede bir lise veya dengi meslek okulu hedefleri gerçekleştirilirdi.
1950 yılında var olan 3 üniversiteye eklenen 4 yeni üniversite (ikisi teknik) bilim dünyasında da büyük atılımlar gerçekleştirilirdi.
Yüzde seksen gerçekleştirilen “Her ilçeye bir Sağlık Merkezi”  hedefi, tüm ilçelere ulaşıldıktan sonra,  “Her ilçeye bir Hastane” olarak büyütülürdü.
Devir alınan 3.5 milyon ton/yıl buğday üretimi on yılda zaten 8.5 milyon ton olmuş ve Türk Milletinin karnı doymuştu.
Karnı tok, sağlık ve eğitim sorunları çözülmüş, 28 milyon Türkiye geleceğe umutla bakardı. 
27 Mayıs 2014 – ANKARA, Mehmet Arif DEMİRER
***
YORUM VE KATKI
27 MAYIS OLMASAYDI NE OLURDU ?...
Devlette başıbozukluk olmazdı.  61 Anayasası hazırlanamazdı. Marksist yıkıcı solun önü açılamazdı.  Eylemci sağa yol verilemezdi. Emperyalizmin maşası dincilik yeniden hortlayamazdı. Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, ülkesi olamazdı. Bölücü Kürtçülük ayağa kalkamazdı. Anarşi ve terörün adı dahi duyulmazdı. Ülkede ve bölgede istikrar devam ederdi.  Bir Keban’ın yerine On Keban yapılırdı.  Apo ve PKK olmazdı. Suriyeli mülteciler ülkemizi işgal etmezdi. 12 Eylüller, 12 Martlar, 28 Şubatlar, 22 Şubatlar, 21 Mayıslar olamazdı.  Ergenekon, Balyoz gibi sahte davalarla milli devlete milli orduya "kumpas" kurulamazdı. Ve bu ülkenin insanı 17 ve 25 Aralık yolsuzluk tapeleri ve operasyonları ile tanışmazdı. Meş'um darbenin bugün yol açtığı sonuçlara baktığımız zaman yapanların niteliğini daha iyi anlıyoruz. 27 Mayıs 1960 emperyalizmin emir eri olmayı kabullenmiş bir grubun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni,  milletini ve ordusunu taşeronlaştırma operasyonunun adıdır…
MİÖ/KAB & 27 Mayıs 2014-ANKARA

27 Mayıs 2014 Salı

Ahmet Şerif BAYINDIR; Adnan Menderes Demokrasi Platformu Yönetim Kurulu Başkanı: "27 MAYIS 1960’IN DÜĞMESİNE 15 MAYIS 1950’DE BASILMIŞTIR..."

27 MAYIS 1960’IN DÜĞMESİNE 15 MAYIS 1950’DE BASILMIŞTIR
1946’da açık oy, gizli sayım yaptırarak oy hırsızlığı ile aldıkları gayr-i meşru yetkiyle devleti idare edenler, 1950’de mızrağı çuvala sığdıramamışlardı.
Şaibeli 1946 seçimlerinden sonra hakim güvencesi ve gizli oy uygulaması ile yapılan 14 Mayıs 1950 Genel Seçimlerinde yılların tek partisi olan CHP iktidardan, 3 Eylül 1950 Mahalli Seçimlerindeyse muhalefetten tasfiye edilmiştir.
Tarihi ve Kadim Demokrat Parti; dört yıla varan destansı bir mücadele sonucu Türk siyaset tarihinin en büyük halk hareketi, emsalsiz bir efsane olan Beyaz İhtilâl’i başardı.
14 Mayıs 1950’de doğrudan, aracısız, bağımsız ve bağlantısız olarak bizatihi millet tarafından iktidara getirildi. Hükümet oldu, milletin sevgilisi, sessiz sözsüz halkın ve geniş kitlelerin sesi, sözü, aşı, aşkı, güneşi, ışığı ve ümidi oldu Demokrat Parti.
On yıllık iktidarı boyunca, uluslararası standartlara göre dünyada eşi emsali görülmemiş bir inkişaf, ilerleme, idame, ikame, sanayi, gelişme ve büyüme hareketine imza attı. On yılda 100 yıla bedel muazzam bir kalkınma hareketini gerçekleştirdi. Müzmin hale gelen işsizlik, açlık, yokluk, karne, kıtlık, hastalık; Halk Partisinin istibdat dönemi ve milli şeflik eseri olan cehalet ve sefaleti yendi. Devlet hayatı ve millet hafızasından ısrarla silinmek istenen dini, milli, ilmi, tarihi ve kültürel değerleri ihya etti.
Siyaset anlayışlarını, yönetilenlerin hayat standartlarını yükseltmek ile temel hak ve hürriyetleri hayata geçirmek üzerine kuran demokratlar, devletin dayatmacılığının temelinde sivil ve askeri bürokrasinin olduğunu görmüşler, bunun yerine de daima milletin tercihlerini yerleştirme çabası içinde olmuşlardır.
Camilerin ahıra dönüştürüldüğü, Kur’an öğrenmenin ve Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklandığı, cenazeler için kefenlik bezin bulunmadığı, jandarma dipçiği ile vergi toplandığı bir dönem kapanmış; kalkınan, zenginleşen, büyüyen, milli ve manevi değerleri sahiplenen; NATO, CENTO, Balkan Paktı, Kıbrıs davamızdaki başarıları ile dünyada saygın hale gelen Türkiye’nin varlığında milletin kendilerine bir daha teveccüh etmeyeceğini anlayanlar, her türlü yalan iftira ve tezvirata başvurmuşlar, “Bu hassolar, memolar mı bizi idare edecek?” diye hazımsılıkla kahrolmuşlardır.
27 Mayıs 1960’a giden süreç ise daha 1950’de başlamıştır. Cuntacılar hatıralarında farkında olmadan bunu itiraf etmişlerdir. Bürokrasinin sivil ve askeri kanatlarıyla devletin üzerine konumlandığı bir gelenek açıkçası demokrasiye tahammül edememiştir.
Çoğunluğu CHP’li yüksek bürokratlar, aydınlar, bilim insanları ile silahlı kuvvetlerden cuntacıların oluşturduğu devlet elitleri 27 Mayıs 1960’ta iktidarı DP’den zorla almışlardır. Cuntanın el koyduğu sadece siyasi iktidar değildir. Bütün devlet yapılanması cuntacı zihniyetle yeniden oluşturulmuştur.
27 Mayıs’ın cunta lideri İsmet Paşa’ya koşup giderek “Paşam emirleriniz bizim için peygamber buyruğudur.” demiştir. Paşaya sorulduğunda ise “Ne içindeyim, ne dışındayım.” diyebilmiştir. Balkona çıkıp neşeden dört köşe olmuş halde davul dövdüren bir avuç şakşakçıyı gülerek selamlayabilmiştir. Dileriz ki bundan böyle balkonlardan hep milli irade zaferleri kutlansın.
İşin garip tarafı bir darbeci anılarında diyor ki: “28 Mayıs sabahı ne yapacağımızı bilmiyorduk.” onlara ne yapacaklarını hukuk çevrelerinden sivil darbeciler öğretiverdiler. Evet 27 Mayıs’ta önce hukuk katledilmiştir. Ortada bir suç yoktur, ceza da yoktur, cezayı verecek merci de yoktur.
Aziz Menderes’in idamının tek sebebi: “Tekrar iktidar olur” korkusudur. Ebedi ve Abide Başvekilimiz rahmetli Adnan Menderes’in uğradığı akıbet milletimizin ruhunda ve şuurunda kapanmayan derin yaralar açmıştır.
Bugün bizim amacımız ise; 1960’larla ruhları karartmak değil, 1950’lerle Menderes’in güler yüzünü ve Türkiye’nin aydınlık geleceği ile ilgili ısrarlı ümidini canlı tutabilmektir.
Günümüz Türkiye’sinde Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun darbelerin anası olan 27 Mayıs 1960’a olan gayr-ı ciddi yaklaşımı hepimizi çok üzmüştür.
Yassıada’da kurulan düzmece çadır tiyatrosunun kararlarının yok sayılmasını milletçe hala sabırla bekliyoruz.
Ayrıca 27 Mayıs 1960 ve takip eden artçılarının yerleştirdiği Anayasa’nın sivillerce yapılamayacağı anlayışının bugün bile elbirlik sürdürüldüğünü görmek bizleri ziyadesiyle üzüyor fakat Menderes devrinde demokraside çırak, Özal zamanında kalfa olan milletimizin şimdi Erdoğan döneminde usta olduğunu görmekten de sevinç duyuyoruz.
Adnan Menderes Demokrasi Platformu olarak yeni nesillere gerçekleri aktarmak, onları demokrasi konusunda bilinçli kılmak için çabalarımızı sürdürecek; vesayetçi, cuntacı, darbeci zihniyetin günümüzdeki uzantılarının oyunlarının farkına varmaları için önemli bir labaratuvar olan 1946-1960 dönemini gündemde tutmaya devam edeceğiz.
Ahmet Şerif BAYINDIR
Adnan Menderes Demokrasi Platformu
Yönetim Kurulu Başkanı

SON CUNTACI İLE; ADD GENEL MERKEZİ'NDE YAPILAN BİR "27 MAYIS" SÖYLEŞİ'Sİ!.... YORUMSUZ,,, (İbret, hikmet ve ders alınsın diyedir)

27 Mayıs üzerine bir söyleşi‏ (*)
D. Ali ERCAN Prof. Dr. & Hüseyin Avni GÜLER
Prof. Dr. D. Ali ERCAN: Sayın Hüseyin Avni Güler, kendinizi  kısaca tanıtır mısınız?
1925 yılında Elbistan’da doğdum. İlk ve orta tahsilimi Elbistan’da yaptım. 1942 yılında Askeri Liseye (Kuleli)  girdim. 1948’de Kara Harp okulundan havacı subay olarak mezun oldum. 1974 yılında Kıbrıs Barış hareketi sonrasında, Kurmay Albay olarak emekli oldum. 1958’de Yüzbaşı iken 27 Mayıs örgütüne girdim. İhtilalden sonra Cemal Gürsel’in imzası ile kıtama döndüm. Emekli olduktan sonra 1983’te Halkçı Parti kurucuları arasındayım. Bu partiden Millet Vekili oldum. Milletvekilliğim 4 yıl sonunda bitti. 1990 yılında 27 Mayıs Milli Devrim Derneği Genel Başkanlığına seçildim. Ve o zamandan beri aralıksız 21 yıl Genel Başkanlık yaptım; büyük özverilerle  2011 yılına kadar bu derneğin adını yaşatmaya gayret ettim… 1989 yılında kurulan ADD nin de 50 kişilik kurucu üyeleri arasındayım.
ADD kurulmadan önce  yeni bir siyasi parti kur(ul)ması için Muammer Aksoy’a baskı yapılıyordu.  Muammer Aksoy bu önerileri kabul etmedi ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin  kurulmasına karar verdik.  ADD’nin maddi ve manevi güçlü olması için büyük çaba harcadık.
27 Mayıs hareketi  sizce bir ihtilal, bir halk ayaklanması mı,  bir darbe darbe mi nedir?  27 Mayıs’ı  nasıl tanımlamalıyız? Diğer askeri müdahalelerden farkı nedir?
27 Mayıs bir devrimdir. Getirdiği Anayasa bunun  kanıtıdır. Amaç Atatürkçülüğü yeniden gündeme getirmek,  devlet düzeninde Atatürkçülüğü yerleştirmekti. Yarım kalmış Kemalist devrimin devamıdır, diyebiliriz.
27 Mayıs Tüm Halk kesimleri tarafından kısa sürede benimsendi mi?
Evet, Halkın çok büyük bir kesimi  coşku ile karşıladı. Sıkıyönetime rağmen halk sevgisini göstermek için sokaklara döküldü.  Sebebi 27 Mayısı Millet sahiplenmişti; yani millet ve asker işbirliğiyle  gerçekleştirilmişti.
Bugünkü genç nesillerin 27 mayıs konusunda mutlaka bilmeleri gereken önemli noktalar nelerdir? halkın bilmesi gereken en önemli husus nedir?
27 Mayıstan sonra Dünya İhtilaller tarihini inceledim. Tüm ihtilaller diktatörlük getirmiş, 27 Mayıs sadece özgürlük getirdi. 27 Mayıs özgürlükçü ve demokratikti. “27 Mayıs neler getirdi?” derseniz,
Evet, öyle demiş olalım,
Cumhuriyet tarihinin en adil seçimleri 27 Mayıs devriminin getirdiği seçim kanunları ile gerçekleşti.  O zamanlar yaklaşık 40 bin oyla 1 milletvekili seçiliyordu.  Artık oylar havuzda toplandığı için milli irade kaybı olmuyordu. (Milli bakiye sistemi) Baraj yoktu. Bağımsız adaylar bile seçilebiliyordu. 1961 Anayasası dünya anayasa tarihinde abidedir.
Bazıları 27 mayıs için "ihtilal" diyor.Devrimi ihtilalden nasıl ayırt ederiz?
Batı dillerinde devrim ve ihtilal aynı kelimeyle ifade edilir. (revolution)  bizde ayrılır ve bu anlam içeriği bakımından gerçekçi ve son derece akılcıdır. İhtilal,  büyük halk kitleleri ayaklanmasıdır. Devrim ise ihtilalle yıkılan eski düzenin yerine  yeni ve ilerici  yapılanmadır. Mustafa Kemal hem Anadolu ihtilalinin ve hem de ardından Türk devrimin önderiydi..
Şöyle desek uygun mu (İhtilalleri aç mideler yapar, Devrimleri ise aydın kafalar gerçekleştirir) ?
Doğrudur.
İsmet Paşa ve CHP  27 Mayısı nasıl yorumladı?
İsmet Paşa bizimle konuştuğunda “İhtilal ile gelip, seçimle giden ilk darbeci sizsiniz.” Demişti.. 27 Mayıs’tan sonraki süreçte 27 Mayıs kazanımları (belki de Yassı ada mahkemelerinin toplumda yarattığı mağduriyet psikolojisi nedeniyle)  etkisi kısa sürede sönükleşmeye başladı. oysa Dünyanın en ilerici, özgürlükçü ve halkçı Anayasasıydı halkoyuna sunulan; ancak ne yazık ki sadece %60 la kabul gördü... 
Yani Karşı devrimciler erkenden faaliyete başladılar. Burada nasıl bir yanlışlık yapıldı?
Mahkeme idam kararı aldı. Bu kararı onamak Milli Birlik Komitesine verildi. Oysa Kurucu Meclise verilseydi bu idamlar gerçekleşmeyecek ve Devrim yara almayacaktı. Halkın yoğun sempatisi devam edecekti. Süleyman Demirel bile 27 Mayısla ilgili görüşlerini nasıl belirtirken  şöyle diyordu: “27 Mayıs büyük bir olaydır. Güç ellerinde iken Meclis açılmıştır. Bu unutulmaz, dünyada bir örneği yoktur. Biz, o  ihtilal sürecinde ve ihtilalin arzusu ile kurulduk. En azından bu sebeple o ihtilale karşı olamayız. Maziye bakamayız, bakarsak halk bizi tasfiye eder. Biz bugünkü anayasa sayesinde varız. Ona karşı da olamayız. Bu sözlerimi şerh ettiğimi hiç görmeyeceksiniz. 27 Mayıs’a karşı değiliz, gerici değiliz ve olmayacağız. Eğer AP böyle yaparsa ben şahsen onların içinde ve başında olmayacağım.”
27 Mayıs somut olarak hangi önemli kurumların oluşumunu sağladı?
En başta: Anayasa(Grev hakkı, sosyal, sağlık sigorta sistemi), sonra
Anayasa Mahkemesi
Cumhuriyet Senatosu
Milli Güvenlik Kurulu
Yüksek Hakimler Kurulu
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT)
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK)
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu
İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi
Milli Prodüktivite Merkezi (MPM) Ve şimdi adını unuttuğum başka kurumlar hepsi 27 Mayıs devriminin eserleridir.
27 Mayıs’tan sonra 1963’te yasa önerisi veren, 27 Mayıs’ın bayram olmasını öneren kimlerdi?
O zamanki Koalisyonda yer alan tüm milletvekillerinin imzası ile 27 Mayıs  Anayasa ve Özgürlük Bayramı olarak kabul edildi.
27 Mayıs’ı gençlere nasıl anlatalım?
Bu Devrimin amacı Ülkedeki kötü gidişi durdurarak demokratik -özgürlükçü bir düzen kurmaktı. insan hak ve özgürlüklerini, ulusal dayanışmayı, sosyal adaleti, bireyin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Türk ulusunun birliğini, ülke bütünlüğünü ve cumhuriyeti korumakla görevli olan Türk Silâhlı Kuvvetleri, «kardeş kavgasına son vermek» söylemiyle 27 Mayıs 1960 günü, meşruiyetini yitirmiş bir yönetime  kansız bir hareketle, el koydu. Bu şeklinde anlatmalıyız...
27 Mayıs Devrimi’nin siyasal sonuçları da oldu şüphesiz.. Örneğin, “27 mayıs hareketi olmasaydı, CHP iktidara gelecekti; dolayısıyla 27 Mayısın en büyük zararı CHP ye olmuştur” deniyor, Sizce bu iddia doğru mu?
Bu iddia bence haksız, çünkü seçim olmayacaktı ki CHP kazansın, iktidara gelsin... Menderes, “CHP kapatılmalıdır” diyordu. CHP’nin seçime girmesine bile imkân olmayacaktı.
27 Mayıs’la birlikte büyük bir özgürlük ortamı oluştu. Bu arada sol fikirler de önemli ölçüde gelişti ve bu arada geniş sipekturumlu gençlik hareketleri başladı. Acaba bu yeni Anayasa Türkiye de çatışmalı sağ ve sol ayrımına,  Ülkeyi bölücü fikirlerin de gelişmesine de mı olanak mı verdi ? Ne dersiniz?
Asla Bu şekilde yorumlayamayız !  Yeni Anayasanın getirdiği Özgürlükler fikir özgürlüğüdür.. Ülkenin yıkımına, parçalanmasına giden eylemlere özgürlük olarak algılanamaz.  İstanbul Üniversitesi’nden Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Naili Kubalı, Ragıp Sarıca, Naci Şensoy, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli,  Ankara Üniversitesi’nden de İlhan Arsel, Bahri Savcı ve Muammer Aksoy Anayasa hazırlık komisyonunda idiler. Bu komisyon, hazırladığı “Ön Tasarı”yı 18 Ekim 1960’da Millî Birlik Komite Başkanlığına sundu.  
Türkiye Cumhuriyeti,  emperyalizme direnerek, savaşarak kurulmuştu, ve esaret altındaki milletlere bir örnekti. Bu nedenle  Batı kapitalizminin çıkarlarına ters düşen ilerici bir toplum düzenine geçişi sağlayacak 1961 Anayasası'nın  en kısa zamanda işlev dışı yapılması gerekiyordu Bu nedenle  emperyalizmin ajanları, tetikçileri tarafından  iç karışıklıklar başlatıldı, sağ-sol çatışmaları harekete geçirildi. Sonrasını zaten biliyorsunuz.
Sayın Güler, Lütfedip zaman ayırdınız; bizleri aydınlatan bu değerli söyleşiniz için teşekkür ediyoruz.
_____________

*) ADD Genel Merkezinde yapılan bu söyleşide, ADD Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın sorularını Emekli  Hv. Kur.Kd. Alb. Hüseyin Avni Güler yanıtladı.

Yol ayrımı: Demokrasiye mi inanacağım, darbecilere mi katılacağım? Ertuğrul MAT (*)

(21 Mayıs’ın ardından…) Yol ayrımı:
Demokrasiye mi inanacağım, darbecilere mi katılacağım?
Ertuğrul MAT (*)
5 Şubat 1964 tarihli gazeteler Talat Aydemir, Fethi Gürcan ve Osman Deniz hakkındaki idam kararının Meclis’te ikinci defa onaylandığını yazıyordu. Bu haberi okuyunca daldım… 1963 yılının ilk aylarını hatırladım.
Bir gün yazıhanede otururken, İstanbul  Mahmutpaşa esnafından Mendilci Mehmet Bey ile dört arkadaşı geldi.. Mendilci Mehmet, Türkiye Milli Talebe Federasyonu folklor ekibine Azeri  oyunları öğreten Halil Boyu’nun Mahmutpaşa’dan arkadaşıydı. Buyur ettim. İçlerinden birini gözüm ısırıyordu. Hatırlamakta gecikmedim. İstanbul Erkek Lisesi’nde milli savunma dersine gelen Binbaşı Nihat Çonguroğlu’ydu.
Tabii ki Nihat Binbaşının dört beş defa girdiği bir sınıftaki herkesi hatırlaması mümkün değildi, karşılaşmamız da bir tesadüftü.
Mehmet Bey, gelenleri takdim etti. Talat Aydemir’in dava arkadaşları Emekli Albay Cevat Kırca, Osman Deniz, Nihat Çonguroğlu ve Veteriner Üsteğmen Vural Koktay.
Cevat Kırca, “Ertuğrul Bey, Mehmet Bey’in sizden bahsetmesi üzerine, sizi araştırdık. Halk sizi seviyor ve size güveniyor. Yakında tekrar ihtilal yapıp idareye el koyacağız. Bu sefer İsmet Paşa da mâni olamayacak. Hemen yeni bir kurucu meclis toplayacağız. 27 Mayısçıların yaptığı hatayı yapmayacağız. Bu meclis halkın sevdiği isimlerden müteşekkil olacak. Bu mecliste sizi Bursa temsilcisi olarak görmek istiyoruz” dedi.
Ben bu teklife, “İsmet Paşa’nın aleyhine yazdığım için buraya geldiğinizi anlıyorum. Ben İsmet Paşa’yı sevmem; ama  çok takdir ederim. Anlıyorum ki,İsmet Paşa’nın gücünü küçümsüyorsunuz..Danton’un  Ropespieri’i  küçümsediği gibi.. Fransız İhtilali’nden sonra ünlü Danton’a ,‘Robespier seni  giyotine gönderecek. Kaçmalısın’ dediklerinde, ‘Biz bu topraklara topuklarımızdan çakılıyız. Kaçamayız. Onlar da buna cesaret edemezler’ cevabını vermişti. Sonra giyotine gönderilirken arkadaşlarıyla vedasına izin verilmeyince, ‘biraz sonra sepette kellelerimizin öpüşmesine de mâni   olabilir misiniz?’ demişti. Sizin bu faaliyetlerinizi, İstanbul Üniversitesi  Hukuk Fakültesi’nin kantininde kahve içen yıllanmış talebe demokrat Erol’dan ,Zeytinburnu Demokrat Parti Kadın Kolları Başkanı Kadriye’ye kadar herkes biliyor.  Ama siz İsmet Paşa’yı tanımıyorsunuz. Böyle devam ederseniz Danton’un tabiriyle kelleleriniz sepette öpüşür ” diye cevap verdim.
Fransız tarihinin bu önemli sayfasını iyi biliyordum,; çünkü, 27 Mayıs gecesi Eskişehir’de  kaçması teklif edildiğinde ,Menderes  de “Biz de Danton gibi bu ülkeye topuklarımızdan çakılmışız” demişti.
Sonra  da  ,“Eğer bir şey yapar ve başarırsanız, radyoda okuyacağınız ihtilal tebliğinizde ‘Yassıada yapılan ve devam eden zulme son verilecektir’ derseniz, halk askerle barışır” diye ilave etmiştim.
Cevat Kırca, “Ben Fatin Rüştü’nün akrabasıyım. Talat Bey’le konuşacağım. Bu tavsiyeniz mümkün olabilir. Lütfen bizi reddetmeyiniz. Temasımızı muhafaza edelim” dedi.
Aradan bir iki hafta geçmişti ki veteriner üsteğmen ile Mendilci Mehmet tekrar Bursa’ya gelip beni İstanbul’a davet ettiler. Zaten hafta sonlarında İstanbul’a gidiyordum. Beraber yola çıktık. İstanbul’da Fatih Çarşamba’da ahşap bir eve gittik. Orasının Cevat Kırca’nın evi olduğunu söylediler. Duvarlardan birinde, Fatin Rüştü’nün resmi asılıydı. Cevat Bey kahve ikram etti. “Selim Paşa sizinle görüşmek istiyor. Bu davete icabet etmenizi rica edeceğim. Bu buluşmadan sonra, belki fikriniz değişir. Ayrıca Cevat Kırca’ya yaptığınız tavsiyenizin de dikkate alınması karargâha arz edilmiştir” dedi. 
Ertesi gün veteriner üsteğmen, beni Taksim Sıraselviler’de bir apartmanın ikinci katına götürdü. Selim Paşa büyük bir masanın üstüne serdiği askeri haritalar üzerinde çalışıyordu. Bize baktı.. “Hoş geldiniz” deme lüzumunu bile duymadan, “Bursa civarındaki askeri birliklerin yerlerini biliyor musunuz?” diye sorunca,. “Yine bize asteğmen muamelesi çekiyorlar” diye düşünmüş  ve “Paşam, size söyleneceklere değil, önünüzdeki askeri haritaya inanın” cevabını vermiştim...
Biraz sonra müsaade isteyip oradan ayrıldık. Apartmanın kapısından ayrılırken veteriner üsteğmene, “Bütün komutanlarınız böyleyse yandınız” dedim.
Bu olaydan tam 48 sene sonra 22 Şubat 2011 tarihli Sabah gazetesindeki köşesinde Refik Erduran, benim teşhisini doğrulayan şu satırları yazmıştı:
“(Medine Savunucusu) Fahrettin Paşa’nın oğlu Selim, Türkkan Teyzemin kızıyla evli, halim selim bir adamdı. Generallikten emekli olduğu yıllarda bir gün Nermin Ablamı ziyarete gittim; kapıda onunla karşılaştık. Elinde gazete kâğıdına sarılı uzun bir şeyle koşarak uzaklaştı.
Kafadarlarıyla sözleşmişler; radyoevini basıp darbe yapacaklarmış. O gün tutuklandı, epeyce yattı. Tam operet olayıydı.”
21 Mayıs ihtilal teşebbüsünün akamete uğramasından sonra Erol Ergüneş’ten dinlemiştim. Selim Paşa, gecekondu semtlerinde yaşayan bazı Demokrat Partililerden bir halk direniş grubu kurmuş ve Onlara 21 Mayıs gecesi Unkapanı Köprüsü’nü tutmalarını,  tanklar geçtikten sonra da köprünün açma kapa mekanizmalarına el koyarak köprüyü açmaları talimatını vermiş; ihtilal anons edilir edilmez, kendilerine silah dağıtılacağını da söylemiş.
Demokrat Parti’nin ocak, bucak teşkilatlarında siyasetin bütün inceliklerini yaşamış olan bu “halk temsilcileri”, bu işin zorluklarını ve tehlikelerini Selim Paşa’dan daha iyi bildikleri için bu talimatları tebessümle karşılamışlar, ama, yaşanacak olaylara şahit olmak da istemişler..21 Mayıs gecesi anons yapılıp Osman Deniz de İstanbul Radyo evini ele geçirmek için harekete geçince, Selim Paşa da elinde bir makineli tüfekle caddeye çıkmış, bir taksiye atlamış ,İstanbul Valiliği’ne doğru yola koyulmuş , şoföre de radyoyu açmasını söylemiş. Biraz sonra Ankara Radyosu’ndan Ali Elverdi’ nin “İhtilal teşebbüsünün bastırıldığını” haykıran sesi duyulunca  şoföre, “Derhal geri dön” demiş, Sıraselviler’deki evinin kapısı önünde arabadan telaşla inerken de, elindeki otomatik tüfek ateş alınca, taksinin arka kapısında kocaman bir delik açılmış. Parasını da alamayan şoför, doğru 1. Ordu Karargâhı’na gitmiş, olayı anlatınca da bir üsteğmen bir ciple giderek, Selim Paşa’yı  evinden almış.
            21 Mayıs’a giden süreçte Bursa’da yaşananlar
            Cevat Kırca ve Selim Türkan’la görüştükten sonra Bursa’ya dönüp akrabam olan Bursa Milletvekili Ekrem Paksoy’la konuşup benimle kurulan temas hakkında bilgi verdim. Bir iki hafta sonra vilayetten telefon edilip İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata’nın beni  Çelik Palas Oteli’nde beklediğini söylediler.Gidip bildiklerimi ve gördüklerimi anlattım. Anlattım; çünkü,  21 Şubatçıların pervasız ve tedbirsiz davranışlarını görüp İsmet Paşa’nın sanki içlerindeymiş gibi hazırlıkları takip ettiğine inanıyordum.
Cevat Kırca ve arkadaşlarının benimle, benim de güvendiğim arkadaşlarımla  yaptığım  temasın tespit edildiğini düşünüyor ve etrafımıza bir koruma duvarı örüyordum.Hıfzı Oğuz Bekata,beni  dinledikten sonra sadece, “Düşünceniz ne?” diye sorunca, dedim ki: “İçimizdeki yangını söndüreceklerini söyleseler de biz ihtilalcilerle beraber olamayız.”
Çelik Palas’tan ayrıldıktan sonra güvendiğim arkadaşlarımla bu görüşmenin detaylarını paylaştım.18 Mayıs 1963 tarihinde İstanbul’da Halaskar Gazi caddesi’ndeki  Site Sineması’nın giriş holündeki pastanede Fatoş’la oturup evlilik hazırlıklarını konuşurken, Osman Deniz’in bize doğru geldiğini görünce, Fatoş’tan müsaade isteyip, yanına gittim. Osman Deniz, harekât gününün 21 Mayıs olarak kesinleştiğini söyledi.O akşam Bursa’ya dönüp Hüseyin Aykut, Vahdettin Koyuncu, Camcı Mümin ve Mehmet Sertgenç’le gelişmeleri nasıl takip edeceğimizi konuştuk. Bir plan yaptık.Bursa Emniyet Müdürü Adnan Çakmak, eski bir subay olan Hüseyin Aykut’un devre arkadaşıydı. Hüseyin Aykut’un bir şeyden haberi yokmuşçasına, o gece emniyet müdürüne uğramasını kararlaştırdık.
Ben de bekârdım ve genellikle akşam yemeğinden sonra yazı yazdığım Hâkimiyet gazetesine gider, hem gece sekreteri Feridun’la muhabbet eder, hem de saat 23’e doğru Çelik Palas’tan yemekten dönen  Hayri Terzioğlu’yla günün siyasi gelişmelerini tartışırdık.Genellikle gazetenin manşeti de bu konuşmalara göre şekillenirdi.
21 Mayıs gecesi saat 21’e doğru Feridun’a telefon ederek, “Bu akşam sayfayı erken bağlama, ben on ikiye doğru gazeteye geleceğim beni bekle. Hayri Bey’e de beklemesini rica et .Tam gece yarısı da radyoyu aç ” dedim.O gece teyzemin evindeydim.Saat 24’e birkaç dakika kalınca Yeşil Kahvesi’ne Ali Osman Kantar’a telefon edip “Radyoyu aç. İhtilal anonsu yapılacak, Yassıada’yla ilgili bir şeyler söylenirse arkadaşlar orada toplanacak, sen de oradan ayrılma, ben gazeteye gidiyorum.Sonra, ben de kahveye geleceğim  ” dedim. O akşam İstanbul Tıp Fakültesi’nde okuyan Fatoş  da kaldığı yurtta  radyoyu açmış, ihtilal anonslarını duyunca, nasıl bir adamla evleneceğini düşünmüştü.
Gazeteye gittiğimde, Hayri Terzioğlu ile Feridun Evrenesoğlu’nu heyecan içinde beni beklerken buldum. Radyodaki anonsu, önceden öğrenip, kendilerine bildirenden, radyoda duyduklarından daha fazlasını öğrenmek istiyorlardı. “Yassıada mazlumlarıyla ilgili anons yok. Bu sebeple İstanbul’da Eminsu’lar ve gecekondu milisleri desteklerini geri çekip ayaklanmaya iştirak etmezler, İstanbul’un desteği olmazsa Ankara başaramaz” deyip Feridun’a, “Vali Fahrettin Akkutlu’yu ara ve makamına gelmesini tavsiye et” dedim.
Vali bey Feridun’a  “Ben de vilayete gidiyorum” cevabını verince Feridun, “Biz de makamınıza gelip sizin istihbaratınız ile bizim gazetenin istihbaratını karşılaştırır, siz vali olarak, biz de gazeteci olarak daha sağlıklı yorum yaparız” demişti. Biraz sonra, Feridun’la beraber valinin yanındaydık. Sabah saat 4’e doğru 21 Mayıs ihtilal teşebbüsünün bastırıldığı  belli oldu ve hepimiz evlerimize döndük.
21 Mayıs başarıya ulaşsaydı, Bursa’daki bir avuç insan ne yapacaktık? Hiç… Ne yapabilirdik ki? Peki, niçin bu insanları askeri kalkışma hakkında önceden bilgilendirmiştim? Bunu yaparak ve bazı hadiseleri önceden haber alabildiğimi göstererek, bana duyulan saygıyı kuvvetlendirmek ve parti içinde başlayacağım mücadelede liderliğimi tescil ettirmeyi planlamıştım. Ve bunu başarmıştım.
21 Mayısçılar yargılandılar, 7 kişi idama mahkûm oldu: Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz, Cevat Kırca, Ahmet Gücal, İlhan Baş, Erol Dinçer. Beni ziyarete gelenlerden Osman Deniz ve Cevat Kırca idama; Nihat Çonguroğlu müebbet hapse mahkûm oldular. Veteriner  Üsteğmen Vural Koktay, Osman Deniz’le İstanbul Radyoevi’ni basmasına rağmen, direnen ve bir aralık kaçmayı başaran çavuşu yakalamak için peşinden koşmuş, sonra da ihtilal teşebbüsünün bastırıldığını duyunca geri dönmemişti. İhtilalci arkadaşları da ketumiyet ilkesine riayet ederek üsteğmenin adını ifşa etmemişlerdi. Yargıtay, Cevat Kırca, Ahmet Gücal ve İlhan Baş’ın cezalarını bozdu. Meclis ve Senato’da yapılan müzakereler sonunda önce Erol Dinçer’in, sonra da Osman Deniz’in idam cezaları kaldırıldı.
27 Haziran 1964 Cuma günü saat 02.55’te Fethi Gürcan’ın, 5 Temmuz1964 Cumartesi günü saat 02.50’de de Talat Aydemir’in idam cezaları infaz edildi. Biraz sonra infazın yapıldığı cezaevinden gülerek çıkan Ankara Valisi Enver Kuray, gazetecilere, “Beş dakika evvel iş bitti. Herif hâlâ sallanıyor”  diyordu.Enver Kuray, Yassıada’nın zalim savcısı Altay Ömer Egesel’in eniştesiydi… Gel de, “aile boyu sadizm…” deme..
            ****   
            27 Mayıs’ın ilk yıldönümünde konuşmak ..
            1965 seçimlerinden sonra kurulan ilk Demirel Hükümeti’nde Seyfi Öztürk de Devlet Bakanlığı’na tayin edilmişti. Yassıada savcılarından Fahri Öztürk, Seyfi beyin kardeşiydi. Ayrıca Seyfi bey,27 Mayıs’tan sonra ihtilalciler tarafından kurucu Meclis’e de seçilmişti. Sonra da Osman Bölükbaşının yanında yer almıştı. Bu sebeple kabine de yer almasına hem kabine içinde, hem de meclis grubunda büyük tepki vardı.  AP Genel İdare Kurulu’nda bu tepkiler dile getirilince Demirel,27 Mayıs’ın Milli Bayram olarak dayatıldığını ve kutlandığını hatırlatarak arkadaşlarına sormuş”27 Mayıs’ı anma törenlerinde kabine adına kim konuşacak?”
Hiç ses çıkmayınca Demirel devam etmiş.” Bunu Seyfi beyden daha iyi  yapabilecek kimse yok. Hem konuşur, hem de bizim duygularımızı rencide etmez.” deyince ,itirazlar geri alınmıştı.
27 Mayıs’ı anma törenlerinde konuşan ilk Demokrat Partili bendim. Hem  27 Mayıs’ın birinci yıldönümünde, hem de Generallerin önünde. Aşağıda o  konuşmanın hikayesini bulacaksınız.
1961 yılının Mayıs ayına girdiğimizde bağlı bulunduğum,2.Bölük’e bölük kumandanı olarak Tekin Yüzbaşı tayin edildi. İyi, şakacı  ve insan ilişkileri kuvvetli bir insandı.. Yedek Subay Doktor Bekir ile  Adli Subaylığa uğrayıp, çay içmeyi seviyordu..
Adli subay yardımcılığı yapan hukukçular ile doktor yedek subayların askerlikte ayrı değerleri vardı. Bu sebeple muvazzaf subaylarla aralarında rütbe farkına bakılmaksızın sohbetler yapılır, en sonunda, lâf döner dolaşır siyasete gelirdi.
Tabip Teğmen Bekir’ le Tekin Yüzbaşı bu siyasi konuşmalar sırasında, benim ne mal olduğumu anlamışlardı. Mayıs ayına girmiş 27 Mayıs’ın ilk yıldönümünün  bütün kıtalarda ve yurdun her yerinde kutlanması emri gelince, herkesi bir telaş aldı..
İskenderun’daki merasim, Tümen kumandanlığıyla aynı kışlayı paylaşan  50. Piyade Alayı’nda yapılacaktı   ve bu merasime  59. Tümen Kumandanı ve Karargah subaylarıyla  İskenderun’daki  diğer  bütün birliklerinin komuta kademesi  iştirak edecekti.
Tekin Yüzbaşı, bana kazık olsun diye, alay kumandanına, “Ertuğrul Teğmen’in ağzı laf yapıyor, merasim konuşmasını o yapsın” demiş, sonra da adli subaylığa koşup, “Seni 27 Mayıs’ı överken dinlemek pek zevkli olacak” demişti.
Vazife tebliğ edilmişti.
O zaman “vicdani  ret” hakkı filan da yoktu. Hazırlanıp, merasimden bir gün evvel alay kumandanına gidip, “Komutanım, konuşma metnini görmek ister misiniz?” diye sorunca, Albay, “Teğmen, yanlış bir değerlendirme yaptık. Arkadaşlarının muzipliğine alet olduk. Sana güveniyorum, bu işin altından yüzünün akıyla çıkacaksın.. ” cevabını vermiş ve konuşma metnini okumamıştı.
“Bu gün burada demokrasinin yanlış anlaşılması, demokrasinin hazmedilmemesi sonucunda, toplanmış bulunuyoruz” diye başlayan öyle bir konuşma yaptım ki, zalim ile mazlum,  dinleyenlere göre değişiyordu. Konuşmamı bitirip, selam verdim ve kürsüden ayrılıp protokol türbinindeki yerime giderken Tekin Yüzbaşı, “Güzel konuştun. Ama çok mahzundun Teğmen” deyince herkes bize bakmış, cevap da Namık Kemal’den gelmişti. “Ne yapayım Yüzbaşım, ‘Vatan mahzun, ben mahzun.’  ”Bu cevap, orada bulunan subayların çoğu tarafından duyulmuş, konuşmadaki mazlum ile zalim , herkesin zihninde  yerli yerine oturmuştu..
(*) Ertuğrul MAT: 14. Dönem (AP) Bursa Milletvekili

26 Mayıs 2014 Pazartesi

22 - 24 MAYIS "TEVFİK İLERİ HAFTASI" İDRAK EDİLDİ.

İbrahim Sadri, İleri'nin Mektuplarını Okudu

Rize’de yapılan Tevfik İleri'yi anma etkinliklerinde sanatçı İbrahim Sadri sahne alarak İleri'nin kaleme aldığı mektupları seslendirdi.
İBRAHİM SADRİ, İLERİ’NİN MEKTUPLARINI OKUDU
Rize’de yapılan Tevfik İleri'yi anma etkinliklerinde sanatçı İbrahim Sadri sahne alarak İleri'nin kaleme aldığı mektupları seslendirdi.
İsmail Kahraman Kültür Merkezi'nde düzenlenen konsere, Rize Valisi Nurullah Çakır, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Karaman, Ahmet Tevfik İleri'nin kızı Cahide Aksoy ve oğlu Cahit İleri ile davetliler katıldı.
İbrahim Sadri yoğun katılımla gerçekleşen duygu dolu gecede Tevfik İleri’nin demokrasi suçlusu olarak cezaevinde yattığı yıllarda eşine, ailesine yazdığı hem duygu dolu hem de ülkemizin yakın tarihinden izler barındıran mektuplarından oluşan bir kolaj ve mektup çalışması sundu.
İBRAHİM SADRİ, İLERİ’NİN MEKTUPLARINI OKUDU
Program öncesi açıklama yapan sanatçı İbrahim Sadri, maalesef ülke olarak hafızalarımızın zayıf olduğunu belirterek, “Değerlerimize maalesef sahip çıkamıyoruz. Geçmişimiz hakkında çok bilgi sahibi değiliz. Bununla birlikte hatıralarımızı da canlı tutmasını beceremiyoruz. Rize’ye merhum Tevfik İleri’nin anma programı için geldik. Türk demokrasisinin çok değerli isimlerinden birisi olan Tevfik İleri, Türkiye’de ki demokrasinin, Cumhuriyet’le beraber yeşermesinde, ilerlemesinde ve gerçek anlamda bir demokrasiye dönüşmesinde çok büyük rol oynamış bir isimdir. Onu rahmetle anıyoruz. Bu etkinlikler Rize’de iki gün boyunca sürecek. Burada ki programlara katılımın yüksek olması da heyecan verici. Hepimizin onu daha yakından tanımaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bize kişisel anlamda katacakları ve yakın geçmişimiz hakkında bir çok bilgi edinmemiz için faydalı olacaktır" dedi.
İBRAHİM SADRİ, İLERİ’NİN MEKTUPLARINI OKUDU
Geçen yıl Ramazan ayında yine bir program için Rize’ye geldiğini söyleyen ünlü sanatçı İbrahim Sadri, “Her Rize’ye gelişimde güzel hatıralarla buradan ayrılıyorum. Çok güzel dostluklarla geri dönüyorum. Bu seferde yine Rize bizi yanıltmadı. Rize dostane insanı, misafirperver halkının yanında, doğasıyla deniziyle, çok farklı bir yaşam şehri. Türkiye’nin cennet yerlerinden biri Rize. Burada olmak insana huzur veriyor, mutluluk veriyor. Hele de İstanbul’dan gelmişseniz. Keşmekeş kentinden bir huzur kentine gelmek duygusu gibi. Burada nefes aldığınızı yaşadığınızı hissediyorsunuz. Bu açıdan burada olmak çok sevindirici” ifadelerini kullandı.
Kaynak: IHA

15 Mayıs 2014 Perşembe

27 MAYIS'A ASKERDE YAKALANMAK; ERTUĞRUL MAT

27 Mayıs’a askerde yakalanmak
Ertuğrul MAT
16 Ocak 1960  tarihinde Ankara’da Piyade Yedek Subay okulunda,askerlik görevine ilk adımı atmıştım.. Üniversitelerde başlayan olaylar gittikçe büyüyordu.27 Mayıs öncesi İstanbul’da” 28 Nisan” ,”Ankara’da 555K “ diye anılan olaylar,bizi koşar adım 27 Mayıs’a  götürüyordu..
O günlerin hikayesi:
Ord. Prof. Sulhi Dönmezer, 2 Haziran 2003 tarihli Aksiyon dergisinde Cemal. A. Koyuncu’ya verdiği mülâkatta, 28 Nisan gününü  olayların CHP Gençlik Kolları tarafından organize edildiğini söylüyordu.
Milli Birlik Komitesi üyelerinden Şükran Özkaya da ”Adım Adım 27 Mayıs’a“ adlı kitabında, ordunun 28 Nisan olaylarına göz yumup, müdahale etmediğini açıklıyordu.
Olaylar Ankara’ya da sirayet etmiş, 29 Nisan günü Ankara’da iktidar aleyhine büyük gösteriler yapılmıştı. Bunun üzerine Ankara ve İstanbul’da örfi idare(sıkıyönetim) ilan edilmişti.
3 Mayıs’ta Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı’na bir mektup yazarak, Celal Bayar’ın istifasını, bazı bakanların hükümetten ayrılmasını, Ankara örfi idare kumandanının görevden alınmasını ve Tahkikat Komisyonu’nun ilgasını tavsiye ediyordu. Yassıada duruşmaları arasında, Milli Savunma Bakanı’nın Menderes’e bu mektuptan normal bir yazışma gibi bahsettiği, muhtevası hakkında bilgi vermediği anlaşılacaktı.
“555-K” “beşinci ayın beşinde saat beşte Kızılay’da” parolası, üniversite ve CHP’li muhitlerde yayılıyordu. O gün çok büyük bir kalabalık Kızılay’ı dolduruyordu. Menderes de oradaydı, makam arabasından inmiş, kalabalığın arasına karışmıştı. Yakasına bir rivayete göre Deniz Baykal,  şair Cemal Süreya’ ya göre ise Vedat Dalokay yapışmıştı.
Menderes, “Ne istiyorsunuz?” diye sorunca, “Hürriyet” cevabını almıştı.
Menderes, “Bir başbakanın yakasına yapışacak kadar hürriyet nerede var?” diye mukabele etmiş ve korumaları tarafından oradan uzaklaştırılmıştı.
6 Mayıs günü Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, veda mesajı yayınlayarak, izinli olarak Ankara’dan ayrıldı. 21 Mayıs’ta Harbiyeliler yürüyüp Sıhhiye’deki Atatürk Anıtı’na çelenk koydular.
Demokrat Parti’ye yakın olduğu söylenen Piyade Yedek Subay Okul Kumandanı Tuğgeneral Abidin Tüzel, biz yedek subay adaylarına, “Bu olaylara karışmayacaksınız” diyordu.
Bu olaylar olurken, biz de, Yedek Subay Okulu’nu tamamlamış, demir takıp asteğmen olup kıta hizmeti için kuraları çekmiştik. Ben, İskenderun 50. Piyade Alayı’nı çekmiştim.. Yedek Subay okulundayken, tabii ki, gazetelerden ve radyo haberlerinden, İstanbul ve Ankara’da cereyan eden olayları takip ediyor, bu arada siyasi hüviyetlerimiz de meydana çıkıyor ve kanaatlerimize göre, birbirimize yakınlaşıyorduk.... Bulunduğum mangada Ankara Hukuk’tan mezun Dörtyol’lu İlhan Eryürekli’yle de kanımız kaynamıştı. İskenderun’u çektiğimi duyunca koşup yanıma gelmiş ve ” İskenderun’daki akrabalarımın hepsi Demokrat Partili, sana bir mektup vereyim ;orada yalnızlık çekmezsin “demişti. .İlhanla dostluğumuz uzun yıllar devam etti.. O hakimliği tercih etmiş, hakimlikte yükselmiş, Osmaniye ve Adana Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’nda bulunmuştu.Kuralar çekildikten sonra, 25 Mayıs 1960 Çarşamba günü öğleden sonra, eşyalarımızı evlerimize götürdük. 28 Mayıs Cumartesi günü okuldan ayrılacak, 12 günlük bir tatil döneminden sonra, kıtalarımıza iltihak edecektik.
Ben de Çarşamba günü, herkes gibi hafta sonlarında kaldığım Serçe Sokak’taki YavuzEsmersoy’un bekâr evine kaputumu ve diğer eşyalarımı bırakmış, akşam üstü de okula dönmüştüm.
27 Mayıs’ı Ankara’daki Piyade Yedek Subay Okulu’nda yaşamak
ERTUĞRUL MAT
27 Mayıs Cuma sabahı silah sesleriyle uyandık.
İhtilal duyulmuştu. DP’ye yakınlığı dolayısıyla okul kumandanı, Tuğgeneral Abidin Tüzel’e güvenmeyen ihtilalciler, Piyade Yedek Subay Okulu’nu ihtilal hareketinin dışında bırakmışlardı.
Öğlene doğru, Abidin Paşa’yı gözaltına alıp, okul komutanlığına güvendikleri birini tayin etmişler. Bundan sonra , Piyade Yedek Subay Okulu da emir komuta zinciri altında, ihtilalcilerin yanında yer almıştı..
Harp Okulu, Piyade Yedek Subay Okulu’na çok yakındı. Yedek subayların bir kısmı oraya sevk edildi.
Demokrat Partililerden bazılarının ciplerle, bazılarının  GMS’lerle, bazılarının da çöp arabalarıyla, Harbiye’ye getirildiğini görüyordum. Tabii ki “tarifsiz kederler içinde” ydim…
Bizim 4. Bölük’teki Edirneli Erol, 27 Mayıs’tan evvel, CHP’lilere küfreder, Demokrat Parti’yi överdi. O Erol,27 Mayıs günü, Harbiyelilerin önüne düşmüş, onları Edirne’nin Demokrat Partili milletvekillerinin evlerine götürmüştü... İlk defa o gün insanların bazılarından iğrenmiştim..
Akşam üzeri bizim bölük, Tandoğan Meydanı’nın arka tarafındaki Ayten Sokak’a sevk edildi. İsmet Paşa, orada Metin Toker’e ait 22 numaralı evde oturuyordu.
Ayten Sokak’a girmek için Tandoğan Meydanı’ndan Beşevler’e giden cadde üzerinde ve Fen Fakültesi’nin tam karşısındaki benzincinin önünde vasıtalardan iniyorduk ki, benzincinin arkasındaki binanın üst katının penceresi açıldı. Genç bir adam Demokratlara küfrediyor, ihtilali alkışlıyordu. Bu sesi tanıyordum, başımı kaldırıp, göz göze gelince, hemen içeri girip pencereyi kapatmıştı..
Tanımıştım; kendisiyle defalarca İsmet Paşa ve CHP aleyhinde konuşmuştuk. O, benden  de , ErolErgüneş’ten de  da, Yavuz Esmersoy ‘dan  da, Eyüp Yardımcı’dan  de daha hızlı demokrat olan Erol Ergüneş’in  ağabeyi  Hâkim Üsteğmen Ümit Ergüneş’ti.  O gün bazı insanların bazılarından ikinci kez iğrendim.
O geceden birkaç gün sonra, Kayseri’de görevli Tuğgeneral  NazmiErgüneş, yani Erol ile Ümit’in babaları, ihtilalcilerle işbirliği yapmayı reddettiği için emekliye sevk edilecekti.
27 Mayıs gecesi Ayten Sokak’ta silah sesleri
Ayten Sokak’ın başından itibaren birer metre arayla dizildik. Bizim mangaya sıra tam da İsmet Paşa’nın kaldığı 22 numaralı evin önünde gelmişti. Takım kumandanı teğmen, o mangadakilerin, siyasi tercihlerini biliyordu, “Siz şu tarafa” deyip, bizi Ayten Sokak’ın öbür köşesine sevk etti. Bunu bize güvenmediği için değil, bizi korumak için yapmış ,bölükteki DP aleyhtarlarının bizi tahrik etmesi ihtimaline karşı tedbir almıştı..
Saat 23’e doğru, Ayten Sokak’ta bir silah patladı. Herkes silah sesinin geldiği yere doğru koştu Bir de gördük ki,bölük arkadaşımız Adil, “Nasıl oldu buiş?” diye hayretle tüfeğine bakıyordu.
Adil, Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, şizofreniye yakalanmış, buna rağmen askere alınmıştı. Bir an elindeki tüfeği merak etmiş, orasını burasını kurcalarken silah ateş almıştı. Allahtan namlu yukarıya doğru olduğu için kimseye bir şey olmamış, bunu anlayınca,silah sesinin duyulmasıyla yüzleri bembeyaz olan subayların yüzüne renkleri geri gelmişti.
O gece ve ertesi sabahın erken saatlerinde Harp Okulu önünde nöbet tutarken kaputlarımız olmadığı için o kadar üşümüştük ki, bazı arkadaşlarımız, “Hayatım boyunca bir daha sıcaktan şikâyet etmeyeceğim” diye yemin ediyordu.
16 Ocak’ta başlayan ve 27 Mayıs 1960’ta sona eren bu okul döneminde, Türk demokrasi tarihinin en acı olaylarına şahit olmuştum.
Bir mukavemet olmayıp, ihtilal başarıya ulaşınca yedek subay talebelerini Ankara’da daha fazla tutmadılar. Kıtalarımıza intikal etmemiz için bize on beş gün izin verdiler.
İstanbul’a gittim. Erol’u, Eyüp’ü, Nazım’ı Balmumcu’yagötürmüşlerdi. Ziyarete de müsaade etmiyorlardı. Zor günler geçirdiler. ErolErgüneş ile Eyüp Yardımcı dayandılar, ama Giresunlu Nazım Durmuşoğlu hayatı boyunca devam eden ruhi çöküntülere uğradı.
Tahliyelerini müteakip Eyüp Son Havadis gazetesinde, Erol da bir müddet Akşam gazetesinde çalıştı. Erol, Sümerbank hukuk müşavirliğinden emekli oldu, Eyüp ise İstanbul’un başarılı avukatları arasında çalışmaya devam ediyor.
Özkan Tikveş, Anayasa Hukuku Profesörü oldu. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde çalıştı. Şimdi emekli.
Yavuz Esmersoy, Tarım Bakanlığı Planlama Şube Müdürlüğü’ne uzman olarak girdi. Ve siyaset platformundan uzaklaştı.
Ta ki, en yakın arkadaşı , Bursa milletvekili olup Ankara’ya gelince, Yavuz’u kış uykusundan uyandırmış siyasetin  heyecanlı dünyasına yeniden dönmesini sağlamıştım. Bu kitabı yazmaya başladığım zaman, Erol da, Yavuz da sağdı.
Yavuz kalbine Erol kansere yenildi.
Allah makamlarını cennet eylesin.

3 Mayıs 2014 Cumartesi

"Demokrat Parti Nasıl Kurtulur?.." BİR HABER, BİR MAKALE ::: Mehmet Necati GÜNGÖR; "MERKEZ SAĞ'DA HAREKETLENME"

 MERKEZ SAĞDA HAREKETLENME...
“Merkez Sağ'ı ihya” hareketi başladı.
İlk toplantı, ANAP eski Afyon Milletvekili Gaffar Yakın'ın girişimiyle başladı.
Gaffar bey, ülke meseleleriyle yakından ilgili bir siyasetçi.
Ülkenin gidişatı ve geleceği adına kafa patlatan bir vatansever.
Gidişattan O da kaygılı.
Bu kısır döngünün ancak “Merkez sağ” diye bilinen siyasi geleneğin ihya edilmesiyle mümkün olacağını düşünüyor. “Tek başıma da kalsam, bu arayışı sürdüreceğim” dedi.
Ki, siyasi denklem de bunu gösteriyor.
AKP'nin içinde en az yüzde 30 oranında merkez sağ oy var.
DYP'den, ANAP'dan ve benzeri siyasi görüşlerden oy kümeleri.
Rahmetli Bölükbaşı'nın “zelzele çadırı” diye nitelediği, kendileri için geçici buldukları bu yerde “daimi iskân” için inşa edilecek konutlarını bekliyorlar.
Bitince hemen taşınacakları aşikâr.
Zira, bulundukları yerde adam yerine konulmadıklarını, sadece oy için dolgu malzemesi gibi kullanıldıklarını hissediyorlar.
Mutlu değiller.
Onun içindir ki bu yeri sahiplenmiyorlar.
“Evim de evim!” diyorlar.
Ama önlerine düşüp, “hadi taşınalım!” diyen yok.
İşte Gaffar Yakın, bu yolu açmak için yollara düşmüş.
İlk toplantı, geçtiğimiz Cuma günü Anadolu Kulübü'nde eski DYP'lilerle yapıldı.
Sonraki toplantı ANAP'lılarla olacak.
DYP'nin ağır topları oradaydı.
Toplantıya eski Milli Eğitim Bakanlarından Ali Naili Erdem başkanlık etti.
Esat Kıratlıoğlu'ndan tutun, Nevzat Ercan'a varıncaya kadar 50'ye yakın eski parlamenter ve bürokrat.
Söz alanlar, “gidişatın iyi olmadığı, ülkenin felâkete sürüklendiği” görüşünde ittifak halinde.
Merkez çatı olarak DP'yi düşünüyorlar.
DP sevdalılarından olan yazar Mustafa Nevruz Sınacı güncellenmiş program ve tüzük, tazelenmiş bir yönetimle DP çatısı altında yola devam edilmesini savundu.
Bu görüşe itiraz eden çıkmıyor.
Başka alternatifler de düşünebilir elbette.
Ana konu; “Merkez Sağ”ın yeniden yapılanması ve siyasette yeniden var edilmesi.
Merkez Sağın olmadığı bir siyaset noksanlıkla malül.
Herkes bunun bilincinde.
Günün en önemli konuşması ve vurgusu Ali Naili Erdem'den.
Herkesi dinledi, sonra her şeyi toparlayan etkili bir konuşma yaptı.
Ellerin, taşın altına konulma zamanıydı.
Dostoyevski'nin sözünü hatırlattı:
“Suallerime cevap arıyorum. Suallerine cevap bulamayanlar ızdıraplar içindedir” dedi.
“Hatip, elfaz-ı galizelere sığınmayan adamdır” dedi.
Adnan Menderes sığınmadı, Demirel sığınmadı, Özal sığınmadı vurgularını yaptı.
Böylece, sığınanın kim olduğunu anlatmış oldu.
“Düşünüyorsam vurun!” dan, “Düşünüyorsam varım!” noktasına gelmek zorunda olduğumuzu hatırlattı Erdem.
AP Grup Başkanı iken, 1963'lü yıllarda İnönü'ye sormuş:
“Sizce 1 numaralı mesele nedir Paşam?” demiş.
O da “Kişiliktir, şahsiyettir” demiş.
Siyasette kişiliğin önemine değindi.
Siyasetin, “kişilik” arayışında olduğunu hissettirdi.
Merkez sağ, kişilikli bir siyaset için, kişilikli bir lider arıyor.
Bakalım, ortaya çıkacak mı?
Mehmet Necati Güngör