17 Kasım 2015 Salı

ALİ NAİLİ ERDEM ANLATIYOR; YENİ ASYA, ANKARA (21/23 EYLÜL 2015)

Ne kadar işyeriniz varsa kapatın, sadece bakanlık ve vekillik yapın; 21 Eylül 2015, Pazartesi (1. Bölüm)
ALİ NAİLİ ERDEM ANLATIYOR
Süleyman Bey idealist, namus timsali bir vatanperver.,  Bir Türkiye âşığı insan. Havaya eliyle bir hat çizerek, “Bu hat asgarî yaşama düzeyidir. Bu hattın altında yaşayan insanlar bizim insanlarımızdır. Bu insanları kerpiç evlerden çalı dibinden kurtarmaya mecburuz. Bunu yaptığımız sürece Allah’ın rızâsına müstahak oluruz” dedi. Süleyman Bey’in bir sözünü daha söyleyeyim; “Biliniz ki bizim politikadaki şiârımız Allah rızâsıdır. Bunun dışında hiçbir şey istemiyoruz”. “Sevgili Nâili” derdi bana; “Benim insanım açken, benim karnım nasıl tok olur...”
ALİ NAİLİ ERDEM KİMDİR?

17 Şubat 1927’de İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde doğdu. İlk öğrenimini Kemalpaşa İlkokulu’nda, orta öğrenimini İzmir’de yaptı. 1951 Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun olup 1954-61 yılları arasında avukatlık yaptı. 1945 yılından bu yana bir çok dergide şiirleri, 1965’ten beri bir çok gazete ve dergide makaleleri yayınlandı. 1961-1980 arası 1., 2., 3., 4. ve 5. dönem İzmir milletvekili. Sanayi, Çalışma (iki defa) ve Millî Eğitim Bakanlığı yaptı. 1980 askerî darbesinden sonra ülkenin çeşitli yerlerinde konferanslar verdi.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yol arkadaşı, Millî Eğitim, Çalışma ve Sanayi eski bakanlarından Ali Naili Erdem’le siyasî hayatını, Demirel’le birlikte verdikleri siyasî mücadeleyi konuştuk. Kendisine Demokrat misyonun tarihini ve geleceğini sorduk. Yakın siyasî tarihe geçmiş isimlerden Ali Naili Erdem’in bizzat yaşadığı olaylar nezdinde anlattığı çarpıcı hâtıralar, Demirel’in demokrasi ve kalkınma mücadelesine ve son yarım yüzyıllık Türkiye siyasî tarihine ışık tutuyor.
“BİZ BU MASAYA SUÇLU SANDALYESİNE OTURMAK İÇİN GELMEDİK”
Siyasî hayatınız boyunca baştan beri demokratik misyon içerisinde bulundunuz. Yakın zamanda vefât eden merhum Süleyman Demirel’le uzun yıllar birlikte siyaset yaptınız, ülke idâresinde bulundunuz. Demirel’in demokratik mücadelesine dair hâtırlarınızdan anlatır mısınız?
Memnuniyetle... 21 Ekim 1961’de Süleyman Beyi Mehmet Turgut Bey’in evinde tanıdım. Süleyman Bey o zaman henüz parlamenter değildi. Askerdeydi. 1962’de yapılan kongrede Süleyman Bey’i biz genel başkan olarak düşünüyorduk. Kurucu başkan rahmetli Ragıp Gümüşpala’ydı. Arkadaşlar dediler ki biraz daha zaman geçsin. Biz orada Süleyman Bey’i genel başkan yardımcısı olarak seçtik. Süleyman Bey’i genel başkan yardımcısı seçtiğimiz tarihte ben grup başkanvekiliydim. Gümüşpala’nın vefatından sonra daha önceleri rahmetli Saadettin Bilgiç, rahmetli Faruk Sükan ısrarla bana Süleyman Bey’in genel başkan olması hususunda telkinde bulundular.
Fakat rahmetli Gümüşpala (erken) vefat edince Saadettin Bilgiç’in babası merhum Müftü Hoca dedi ki “Devlet kuşu insanın omzuna bir defa konar Saadettin, sen niye vazgeçiyorsun bu işten.” Bunun üzerine Saadettin Bilgiç, ben de genel başkanlığa adayım dedi. Biz her gün beraber olduğumuz arkadaşlarla ikiye bölündük. Cihat Bilgehan, İbrahim Tekin, Mehmet Turgut, Halim Aras, Süleyman Bey’in yanında yer aldık. Faruk Sükan başta olmak üzere o arkadaş ekibi Ferruh Bozbeyli’yle birlikte Saadettin’in yanında oldular.
Seçim öncesi 1964 seçimlerine giderken Süleyman Bey’in mason olduğuna dair birisi tarafından evrak dağıtıldı. Bir arkadaşımız ben şimdi gider bu meseleyi hallederim dedi. Ekrem’e biz, sen otur karışma bu işlere, dedik. O arada Cevdet Sunay Genelkurmay Başkanı olarak bir mektup yazdı Meclis Başkanı Fuat Sirmen’e. “Adalet Partililer ordunun aleyhine konuşuyor bunun tedbirini alın” diye...
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in başkanlığında toplantıda konuşurken, merhum İsmet Paşa o zaman başbakan. Yanında Nihat Erim, diğer tarafında Kemal Satır. Adalet Partisi’ni temsilen Süleyman Bey’in yanı sıra ben ve rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil birlikte oturuyoruz. İsmet Paşa, itham edince Süleyman Bey, “Biz bu masaya suçlu sandalyesine oturmak için gelmedik. Biz burada eşit şartlar içinde oturuyoruz” dedi. İhsan Sabri Bey de, “Paşa Hazretleri; siz başbakansınız, icraat mevkiinde olduğunuz halde yapmadığınız şeylerin de hesabını vereceksiniz” deyince İsmet Paşa “Bunların konuşulacağı yer Meclis’tir” dedi ve Meclis’e gittik, İsmet Paşa’yı koalisyondan düşürdük, hükümet olduk. Suat Hayri Ürgüplü kabinesini kurduk. Yıl 1965... Suat Hayri Ürgüplü kabinesinden hayatta sadece ben varım. Bütün arkadaşlarım Hakk’ın rahmetine kavuştu…
“AKLIYLA, GÖNLÜNÜ BİRLEŞTİREREK TÜRKİYE’NİN KALKINMASINI SAĞLADI”
Demirel’in Türkiye’nin kalkınma mücadelesine dair de elbette siyaset arkadaşı ve bakan olarak ortak çalışmalarınız, hâtıralarınız var. Onlardan da nakleder misiniz?
Süleyman Bey idealist, namus timsali bir vatanperver. Bir Türkiye âşığı insan. 1965’te kendisiyle bir akşam otururken bana söylediği bir söz vardır: “Önce insan ve insan sevgisi...” Yani şu sizden, bu bizden diye bir tefrika, bir ayrımcılık yok. Bütün Türkiye’yi kucaklayan sevgi...
Süleyman Bey, bir bilim adamı, bir akıl adamı olduğu kadar bir gönül sultanıdır. Aklıyla gönlünü birleştirerek Türkiye’nin kalkınmasını sağlayan, bana göre en büyük liderdir. Bir Türkiye’ye ikinci bir Türkiye ilâve etmiştir. İlk Bakanlar Kurulu toplantısında söylediği bir söz vardır: “Ben partinin memurlarını değil, devletin memurlarını istiyorum. Parti için çalışan değil devlet için çalışan insanları tayin edeceksiniz”.
Yine Demirel’in 1965’teki ilk Bakanlar Kurulu toplantısında yaptığı ikinci bir açıklama var: “Ne kadar işyeriniz varsa, ne kadar büronuz varsa hepsini kapatacaksınız. Yalnız ve yalnız Türkiye için bakanlık ve milletvekilliği yapacaksınız”; ikinci konuşması da bu. Üçüncü konuşmasında, havaya eliyle bir hat çizerek, “Bu hat asgarî yaşama düzeyidir. Bu hattın altında yaşayan insanlar bizim insanlarımızdır. Bu insanları kerpiç evlerden çalı dibinden kurtarmaya mecburuz. Bunu yaptığımız sürece Allah’ın rızâsına müstahak oluruz” dedi.
Süleyman Bey’in bir sözünü daha söyleyeyim; “Biliniz ki bizim politikadaki şiârımız Allah rızâsıdır. Bunun dışında hiçbir şey istemiyoruz”. “Sevgili Nâili” derdi bana; “Benim insanım açken benim karnım nasıl tok olur...”
“ADNAN BEY’LE FATİN BEY’İN YAPTIĞINI YAPALIM; İNSAN BİR KERE ÖLÜR”
1965 yılında Ankara-Trabzon arası 72 saat. Süleyman Bey’le Karadeniz seyahatindeyiz. Bir tek Samsun’da liman var ve yalnız Samsun’da otel var. Bir akşam üzeri Giresun’a gidiyoruz. Bir göl kenarında durduk. Bir adam elinde balıklar, “Bey” diyor, “eve ekmek götüreceğim, ne olur bu balıkları al”. Ben bunun üzerine dedim ki “Gel, seni Süleyman Bey’e götüreyim.” O adamı Süleyman Bey’in yanına götürdüm. Süleyman Bey o adama, “Karadeniz limanları yeniden yapılacak, Karadeniz yolu açılacak ve hiç kimse elindeki balığı çöpe atmayacak” dedi. Bu konuşma 1965’te gerçekleşti.
Yine bir akşam Hopa’dan Rus hududu Kemalpaşa’ya geçtik. Elektrikler yok. Karşısı Sovyet Rusya. Orada buzdolabı var, çamaşır makinesi var, elektrik süpürgesi var; bizim bu tarafta hiçbir şey yok. Ben konuşmaya başladım: ‘Orada elektrik var, sizde de olacak. Orada buzdolabı var, sizde de olacak. Orada çamaşır makinesi var, sizde de olacak. Konuşmam biterken, bir adam ayağa kalktı ve dedi ki: “Sayın Bakan! Hiç endişe etme. Bu söylediklerinin hepsi olacak, buna inanıyorum. Onların elektriği var, ışıklar içinde diyorsun. Ama onların Allah’ı yok. Bizimse Allah’ımız var”. Süleyman Bey orada, bir yıl sonra bütün o bölgenin elektriğe kavuşacağı sözünü verdi ve Allah’a şükür kavuşturdu…
Benim Millî Eğitim Bakanlığım sırasında demişti ki, “Naili, Türk kültürünü anlatacak kitapları birbiri ardına sırala. Kültürümüzü, insanımıza vermeye çalıştık. Ve bana ikinci olarak dedi ki: “Kur’ân’ın birinci âyeti, oku! Nerede bir boş yer varsa oraya okul yaptıracaksın”. Bizim dönemimizde hiçbir ilçe ortaokulsuz kalmadı. Bütün ilçelere ortaokul getirdik.
1965’te üç arkadaş, İhsan Sabri Çağlayangil Dışişleri Bakanı, Cihat Bilgehan Maliye Bakanı ve ben de Çalışma Bakanıyım. Süleyman Bey dedi ki, “Paramız yok. Biz bu yatırımları nasıl yapacağız, çıkın dünyayı bir dolaşın.” Ben Avrupa’ya gittim. Kiminle konuştuysam para vermedi. “Türkiye’de 27 Mayıs ihtilâli rüzgârları devam ediyor, para veremeyiz” dediler. İhsan Sabri Bey de Amerika’ya gitti. Cihat Bilgehan da Japonya’ya. Hepimiz elimiz boş döndük…
Bunun üzerine Süleyman Bey’in küçük odasındayız. Süleyman Bey başını iki elinin arasına aldı, ağlıyor. “Şimdi ne yapacağız,” dedi. “Bir yığın vaadde bulunduk, ‘kalkınan Türkiye’ dedik, ‘gelişen Türkiye’ dedik, şimdi ne yapacağız?” Dedik ki “Rahmetli Adnan (Menderes) Bey ile Fatin (Rüştü Zorlu) Bey’in yaptığını yapalım. NATO dışında bir devletten yardım alalım.” “Olur mu,” dedi. “Olur,” dedik. Rusya’ya müracaat ettik. Dedim ki, “Ne olacak Adnan Bey’le Fatin Bey’i astılar bizi de asarlar. İnsan bir kere ölür…”
RÖPORTAJ: Cevher İLHAN, Mehmet KARA, Melih TEKİN
***
Ordudaki solcuları tasfiye iddiasıyla yola çıkan 12 Mart bizi tasfiye etti; 22 Eylül 2015, Salı
Demirel hükümetlerinin önde gelen bakanlarından Ali Naili Erdem: Süleyman Bey 12 Mart’tan sonra 13 Mart sabahı beni ve İhsan Sabri Beyi çağırdı ve dedi ki: “Bu Meclisi açık tutacağız. Sizin kanatlarınızla Meclisi ayakta tutacağız ve uçuracağız.”
ALİ NAİLİ ERDEM ANLATIYOR (2)
“SÜLEYMAN BEY’LE BİRLİKTE YÜRÜDÜK…”
Demirel’in kalkınma mücadelesini anlamak için ibret verici hâdiseleri anlatmam lâzım. Zengin ve mutlu bir Türkiye özleminin içerisinde yaşayanları ortadan kaldırmaya çalışan bir zihniyet Türkiye’nin içinde de, dışında da vardır. Evhamların içinde değilim, ama size bir şey anlatayım: Ben 1976 senesinde Almanya Hamburg’ta bir gemi teslim almaya gittim. Yanımda Deniz Kuvvetleri Komutanı var. Akşam yemek sonrası bir NATO komutanı şu konuşmayı yaptı: “Biz sizleri sevmeyiz. Sizi Slavlar da sevmez. Ruslar sıcak denizlere inmek istediler, onlara da fırsat vermediniz, onlar da sizi sevmez. Siz şimdi 50 milyon Türksünüz, sırtınız tok karnınız pek olsa 50 milyon silâh olursunuz, dünyanın dengesini bozarsınız. Dünyanın dengesinin bozulmaması için sizin sırtınızın tok, karnınızın pek olmaması lâzım…”
Bunun üzerine, ‘Nasıl yapacaksınız bunu?’ dedim. “Çok kolay, sizin baş ağrılarınız var” dedi. ‘Nasıl?’ dedim. “İlerici - gerici, sağcı - solcu, Alevî - Kürt... Aynı evde iki kardeş birbirine tabanca çekecek. Sizi biz, zengin ve mutlu kılmayız” dedi. ‘Bana niye anlattınız bunları?, dedim. “Başbakanınıza söyleyesiniz diye anlattım, dedi. Şimdi bu anlayış yok olmamıştır. Yok oldu falan düşünmeyin, yok olmamıştır. Esasında, biz bunları bilerek Süleyman Bey’le beraber yürüdük…
“BİR VEFA ADAMI, İYİ BİR DEMOKRAT, DÜŞMANINA KARŞI ASİL…”
Süleyman Bey Bir vefa adamıdır. Düşmanına karşı da asildir. Onu da söyleyeyim mi size? Kendisine “masonluk” isnadında bulunan adamı daha sonra Sağlık Bakanı yaptı. Kendisine söven adamı da Gençlik ve Spor Bakanı yaptı. Gittim kendisine ‘Efendim, ne yapıyorsunuz?” diye sordum. “Ne diyor Kur’ân; ‘Sana kötülük edene sen iyilik edeceksin’ demiyor mu?” ibretli cevabı verdi.
Süleyman Bey sizin anlattığınız her şeyi beğenmeyebilir, ama dinler. Zincirbozan’dayız, Halk Partili iki milletvekili de orada. Dediler ki sen ne kadar mutlu adamsın. Süleyman Bey’le her şeyi konuşuyorsun, seni dinliyor. Biz bir gün Bülent Ecevit’e kendi görüşünün aksine bir şey söyledik, adam bizi defterden sildi…
Süleyman Demirel iyi bir Demokrat. Sizin yanlışlıklarınızı yüzünüze vurmayan bir adam. Kur’ân ne diyor; ‘Ayıbı yüze vurma!’ Kültürümüzü benimseyen bir anlayışı var. Bu kültürün içerisinde İslâm var, Türk var, Batı var. Üçünün hepsi hemahenk…
Yahya Kemal “Ne harâbiyim ne harâbatiyim, kökü mazide atiyim” diyor. “Kökü mazide olmak”, tarihini inkâr etmemek, ecdâdını inkâr etmemek, onlarla iftihar etmektir. Ama “ati olmak”, geleceğe hazırlanmak, geleceği geçmişe tercih etmektir.
Demirel, “İstanbul’un Şişli’sinde ne varsa Hakkâri’nin Yüksekova’sında da aynısı olacak” diyordu. Türkiye’yi bütün insanlarıyla kucaklayabilme, kitle partisi dediğimiz parti, merkez sağ dediğimiz parti, işte -Demirel’den anlattığım- bu misyona sahiptir…
“12 MART’TA MECLİS’İ AÇIK TUTUP DARBEYİ SAVUŞTURDU”
12 Mart Muhtırası’nda “Demirel şapkasını alıp gitti” diyorlar. O gün siz de oradaydınız. 12 Mart’ta şâhit olduğunuz demokratik tavır ve direnci hakkında neler söylersiniz?
Yalan! Süleyman Bey şapkasını falan alıp gitmedi. Şimdi hadise şu: 12 Mart’a tekâddüm eden günlerde Doğan Avcıoğlu, Hasan Cemal gibi şahıslar, askerden güç almak suretiyle bir darbe teşebbüsünde bulunmayı ve “cici demokrasi” diye tanımladıkları demokrasimizin yerine tek bir partiye dayalı parlamentoyu kurmayı ideal olarak hedeflediler. O tarihte, Kızılay’da akşam üzerleri “Biz Türksüz ve Müslümansız bir Türkiye istiyoruz” diyerek yürüyorlardı. Tabiî o tarihte biz imsâk ile hareket etmek lüzumunu hissettiğimiz için paçayı kaptırmamaya itina göstererek güvenlik tedbirlerimizi alıyorduk…
Askerin içinde kıpırdamalar var denildi. 12 Mart’ın hemen bir hafta öncesinde, sanıyorum 6 veya 5 Mart’ta ben Adalet Partisi Meclis Grubunda bir konuşma yaptım. Konuşmamın sebebi o tarihlerde İçişleri Bakanı, Deniz Gezmiş’le bir fotoğraf çektirmişti. ‘Bu yanlış bir şey dedim. Akşam üzeri Süleyman Bey çağırdı, dedi ki ‘Bugün konuşmanı dikkatle dinledim. Naili bu ne?” Dedim ki ‘Sayın Başbakanım korkum var. Bize bir muhtıra verecekler.’ “Nereden çıkardın bunu” dedi. Askerin içerisindeki sol cereyanlar had safhada. 12 Mart daha sonra ordunun içerisine giren solcuların tasfiyesi olarak nitelendirildi. İyi de aslında tasfiye edilen biz olduk.
12 Mart muhtırasına mâruz kalınca Selahattin Kılıç, “Keşke istifa etmeseydik kalsaydık, gelip bizi burada süngüleselerdi” dedi. Buna karşı Millî Savunma Bakanı Hasan Dinçer, “Kiminle neyin kavgasını yapacağız?” diye karşı çıktı. Süleyman Bey’e dedim ki, ‘aşağıda arkadaşlar böyle konuştular.’ Dedi ki “Naili, ne yapmam lâzımdı. Biz burada dirensek, topumuz tüfeğimiz silâhımız yok. Bizim milletimiz böyle bir durumda bize ‘kahraman’ mı der, yoksa ‘enâyi’ mi?” Bu fevkalâde anlamlı ve doğru bir tesbittir.
Süleyman Bey derdi ki; devlet adamı, olayları zamana yayarak çözümünü sağlar. Kayseri milletvekili Kemal Doğan, -muhtırayı veren generaller için- “Devletin memurları olan bu insanların bize yapmış oldukları karşısında suskun mu kalalım!” tepkisini vermişti. Süleyman Bey, “Re’sen emekli mi edelim onu mu demek istiyorsun” deyince, “Evet efendim” dedi. “Re’sen emekliye sevk ederiz de onların ardından geleceklerin kimler olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Hülâsa, Demirel, 12 Mart’ta Meclis’in açık kalmasını sağlayıp bir darbeyi geçiştirdi.
DEMOKRASİYİ YAŞATMAK İÇİN PARLAMENTO AÇIK VE SAYGIN OLMALI
Bilindiği gibi, 12 Mart’ın ardından Nihat Erim’i “partiler üstü” diye tanımladılar. Nihat Erim daha önce İsmet Paşa’nın tutum ve davranışlarından dolayı zaman zaman gelir şikâyet ederdi. Başbakan olunca, bu sokaktaki hareketlerin öğrenci hareketleri olmadığını, devleti teslim almak istediklerini söyledi.
Konuşması bitince dedik ki “Sen, 15 gün önce Başbakan değilken yaptığın konuşmaların hepsinde ‘bunlar öğrenci hareketleridir’ dedin ve bizi kınadın. ‘Öğrenci hareketlerini önlüyorsunuz, siz demokrasiye karşısınız!’ demiştin. Şimdi diyorsun ki ‘Bunlar devleti teslim almaya çalışıyorlar.’ Bu görüşe nereden geldin?” Dedi ki “Naili, devletin arşivlerine girdim, sizin dediklerinizin doğru olduğunu gördüm…”
Süleyman Bey 12 Mart’tan sonra 13 Mart sabahı beni ve İhsan Sabri Bey’i çağırdı ve bize dedi ki; “Bu Meclis’i açık tutacağız.” Demirel’in çok önemli vasıflarından birisi de Meclis’i açık tutmasıdır. Eğer bu ülkede demokrasiyi yaşatmak istiyorsanız parlamentoyu saygın halde tutmaya mecbursunuz. 
İhsan Sabri Bey AP Senato Grup Başkanı oldu, ben Meclis Grup Başkanvekili oldum. Ve Süleyman Bey’in söylediği söz; “Sizin kanatlarınızla Meclis’i ayakta tutacağız ve uçuracağız…”
O arada rahmetli Ferit Melen’e hükümet kurma görevi verildi. Naim Talu hükümetinde de ben tekrar Çalışma Bakanı oldum. Naim Talu Bey dedi ki; “Bu memurun maaşını nasıl ödeyeceğiz?” Ben güldüm. “Niye gülüyorsun?” Dedim ki “1965’te Çalışma Bakanı olduğum zaman Başbakan Süleyman Bey de aynı soruyu bana sormuştu. Şimdi geldik 1973’e siz de aynı soruyu soruyorsunuz.” “Evet”, dedi. “Haklısın...”
Akşam Süleyman Bey’e gittim bunları anlattım. “Yahu Naili” dedi, “Dışarıya dört madde ihraç ediyoruz; bunun karşısında ithal ettiğimiz petrolün yarı fiyatını ancak ödüyoruz…” Ama bütün bu sıkıntıların içinden Türkiye’yi bir defa daha çekip çıkarmıştı…
RÖPORTAJ: Cevher İLHAN, Mehmet KARA, Melih TEKİN
***
“Faruk Gürler’i seçmezseniz buradan cesetleriniz çıkar” 23 Eylül 2015, Çarşamba
ALİ NAİLİ ERDEM: 1973'teki cumhurbaşkanı seçimi öncesinde üniformalı bir tuğgeneral, bana “Sayın Grup Başkanı, bu akşam buradan Faruk Gürler cumhurbaşkanı olarak çıkmazsa, siz buradan çıkamazsınız! Cesetleriniz burada kalır” dedi.
ALİ NAİLİ ERDEM ANLATIYOR (3)
“CESETLERİNİZ BURADA KALIR!” TEHDİDİ
12 Mart muhtırası sürecinde Demirel’in AP grubuyla birlikte askerlerin Faruk Gürler’i cumhurbaşkanı seçtirme dayatmalarına ve cuntaya karşı diretmesi var. Bunu özetler misiniz?
12 Mart’tan sonra bence en önemli olaylardan bir tanesi Faruk Gürler’in cumhurbaşkanı seçimleri hadisesidir. 1961 parlamentosu silâhların gölgesi altında açılmıştı. Biz o zaman parlamentoya geldik, -merhum- Ali Fuat Başgil Hocayı Cumhurbaşkanı seçtirmek istiyoruz. “Olmaz öyle şey” diyorlar.Ve o tarihte İstanbul’da Cemal Tural’ın başkanlığında kurulan ekip “Cemal Gürsel cumhurbaşkanı olacaktır, İsmet Paşa Başbakan olacak, aksi halde bu Meclis açılmaz” dediler. Yani 27 Mayıs’tan sonraki Meclis bu şartlarla açıldı. 
Gürler aday olunca Süleyman Bey, “kimin cumhurbaşkanı olacağından nasıl olacağı daha önemlidir” dedi.
Seçim günü gece saat 9 sularında bir beyefendi geldi. “Sizinle bir beyefendi konuşmak istiyor” dediler. Dışarı çıktım, Meclis’in karanlık bir koridoruna girdik. Üniformalı bir tuğgeneral, MİT temsilcisiymiş, bana “Sayın Grup Başkanı, bu akşam buradan Faruk Gürler cumhurbaşkanı olarak çıkmazsa, siz buradan çıkamazsınız!” dedi. “Nasıl çıkamayız” diye sordum. “Cesetleriniz burada kalır, dedi. Ben de; “Sevgili tuğgeneral, burası garnizon değil, burası karargâh değil. Burada her arkadaşın kendi fikri vardır. Ben bunu söyleyemem” diye cevap verdim. “Siz bilirsiniz, sonuçlarına katlanırsınız” deyip ayrıldı.
Ardından girdim Meclis’e, Süleyman Bey en önde tek başına oturuyor. Dedim ki hadise böyle. “Ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu bana. “Size söyledim, kimseye söylemedim; biz burada reyimizi kullanacağız” dedim. Bunun üzerine “Naili, bunu kimseye söylemezsen iyi olur….”
Neticede Gürler seçimi kaybetti. Seçimi kaybetmesinden sanıyorum on beş gün sonra Stockholm’de karşılaştık. Kanserdi, tedaviye gelmiş. Orada dedi ki, “Sayın Bakanım, sana teşekkür ederim. Doğruyu bir tek sen söyledin.” Zira ben kendisine demiştim ki ‘Aday olma.’ “Bir yığın arkadaş imza verdi”, dedi. “Onlar protokol imzasıdır, onlara güvenmeyin, sizi memnun etmek için atılan imzalardır’ diye uyarmıştım…
DEMOKRAT DÜZENDE ŞAHESER OLAN BİREYDİR
12 Eylül 1980 darbesinin içyüzü de bilinmiyor. Darbe öncesinde 27 Aralık 1979’da çoğu kimsenin bilmediği komutanların verdiği bir “mektup-muhtıra” meselesi var. 12 Eylül “darbe gerekçeleri”ne cevabınız nedir? Demokrasiyi katleden darbelerde en çok ileri sürülen “ülkenin uçurumun kenârına geldiği”, “ekonominin çöktüğü” benzeri isnadlara yorumunuz nedir? Bugün Türkiye’nin demokrasi ve ekonomik durumunu değerlendirir misiniz?
Doğru, askerler onu bir muhtıra olarak kabul etmiyorlar. “Bir mektup yolladık” diyorlar. “Parlamento çalışmıyor, ülke sorunları tehlike arz ediyor” diyorlar. Oysa henüz bir-bir buçuk aylık hükûmettik. Yoklukları, kuyrukları kaldırmaya, ekonomiyi düzeltmeye çalışıyorduk. Düzelttik de. Demirel’in başkanlığındaki hükûmet yoklukları, kuyrukları kaldırdı. Başta petrol olmak üzere bütün maddeler temin edildi…
Ancak anarşiyi önleyecek güvenlik güçleri idi. Ortaya çıkarılan havada gençler, düğüne koşar gibi ölüme koşuyorlardı. Ve birbirlerini acımadan öldürüyorlardı. Bazı yerler kurtarılmış bölge olarak tanımlanıyordu.
Güvenliği sağlamada güvenli olanlar emniyet kuvvetleri, jandarma ve Türk Silâhlı Kuvvetleridir. Başbakan Demirel, askerlere, sıkıyönetim komutanlarına, “12 Eylül’den önce diyor ki, bu kan durmalıdır. Bu çocukların karşılıklı birbirlerini vurmaları durdurulmalıdır. Yasa ise yasa, silâh ise silâh, imkân ise imkân, neyi istiyorsanız verelim, yeter ki anarşiyi, akan kanı durdurun!” demişti. İkinci Ordu Komutanı’nın, darbeden bir sene önce “İhtilâle zeminin olgunlaşması için bir yıl bekledik” deyip beş bin gencin ölümüne göz göre göre seyirci kalması dikkat çekicidir.
Yani, bu itiraflardan da anlaşılıyor ki, 12 Eylül “gerekçeleri” aslı astarı olmayan “darbe bahaneleri”ydi...
Sonuçta, birbiri arkasına yapılan darbeler birçok insanda ümitsizliğe sebep oldu. Halbuki, demokrat düzende şaheser olan bireydir. Ve birey kendi ayakları üzerinde kendi imkânlarını sağlar. Zira demokraside aslolan milletin zenginliğidir. Milletin zenginliğinden devletin zenginliğine gidilir…
MENDERES GİBİ DEMİREL’E DE DESTEK VERMEDİLER
Bugün ekonomimiz güzel değildir. Kim güzel diyorsa doğru söylemiyor. Dışarıdan gelen parayla ayakta duruyoruz. Ve bunun sonucunda da kendi ürettiğimiz bir şey yok. Alman harikasını oluşturan Ludwig Erhard’la 1964 yılında bir konuşmamızda, “2. Dünya Savaşı’nda bitmiş bir Almanya’yı ayağa kaldırdınız, nasıl yaptınız bunu” diye sordum. Adamın verdiği cevap; “üretim” oldu. Üç defa sordum, üç defa da aynı “üretim” cevabını aldım.
Yine sene 1980, Alman Başbakanı Helmut Kohl’un dâvetlisiyim. Berlin’de CDU’nun (Hıristiyan Demokrat Birliği) kongresi var. Adam diyor ki; “Enerjiye sahip olan devlet, dünyanın efendisidir.” Oysa şu anda Bulgaristan dahil her yerden elektrik alıyoruz. Gediz Depremi yaşandığında Gediz’e gidiyoruz. Yol felâket! Yanımda Plânlama Müsteşarı var. Sordum, “Bu yolu niye yapmıyorsunuz?” diye. “Bizim ilk yaptığımız şey millî gelire doğrudan doğruya katkı yapan üretimdir” diyor.
Peki şimdi soruyorum; 13 senede kaç tane Tüpraş yapıldı? Kaç tane Petkim var? Sene 1954’te Adnan Bey’le Fatin Bey Almanya’da Ren Nehri’nin üzerinde Alman Başbakanıyla bir görüşme gerçekleştiriyorlar. Adnan Bey “Biz NATO ülkesiyiz, demir-çelik fabrikası kuracağız bize yardım edin” diyor. Alman Başbakanı, “Demir-çelik dünya devletlerini ayakta tutan güçtür, size yardım edersek bize rakip olursunuz” diye reddediyor. Ve Adnan Bey sinirlenip orayı terk ediyor.
Sene 1946’da İsmet Paşa, “yarının Türkiye’si ne olmalıdır” diye Dünya Bankası’ndan bir rapor hazırlanmasını istiyor. Raporda, “Türkiye sanayileşmemelidir. Türkiye ziraat kalmalıdır” deniyor. Sonra bu rapor Adnan Bey’in önüne de geliyor; diyor ki, “Bunlar bizi fukara kılmak istiyorlar.” Ve Amerika’ya gidiyor, Eisenhower’den yardım istiyor. Eisenhower, “Size yardım ederiz” diyor. O tarihte 150 bin dolar. Ama Eisenhower daha sonra bu parayı ödemekten vazgeçiyor. Çok saygıdeğer bir iş adamımız Amerikalı bir senatöre diyor ki, “Bu parayı bize vermeyin, biz bu parayı hovardaca yeriz...”
“BEN BİLİRİM BEN YAPARIM” DEMOKRASİLERDE OLMAZ
Demokrasi kolay oturmuyor. Demokrasi bu değil. Bu yaşadığımız şeyin adı demokrasi değil. Sadece sandığın varlığı seçimin meşrûiyeti, demokrasi için yeterli değildir.
Demokraside sevgi, hoşgörü çok önemli. Ve demokraside eğitimin bütünleşmesi çok önemli. Demokraside ekonominin düzeyi çok önemli. Bunlar olmadığı zaman demokrasi zaaflarla malûldür. Herkes kendi demokrasisinin tarifini yapıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la oturup konuşabilsem bunları anlatacağım.
Demokrasi Ahmet İyimaya’nın, Burhan Kuzu’nun anlattığı gibi değil. Burhan Kuzu’nun profesörlük belgesinde benim imzam var, onun için söylüyorum. Sayın Cumhurbaşkanının konuşmalarının demokrasiyle ilgisi yok. “Ben bilirim, ben yaparım”, demokrasilerde “ben” yok. Kur’ân’da var mı “ben” kelimesi? “Biz” var. Diyor ki, “ben, ben, ben!” Bu demokraside olmaz, olmuyor…
Bugün ekonomimiz güzel değildir. Kim güzel diyorsa doğru söylemiyor. Dışarıdan gelen parayla ayakta duruyoruz. Ve bunun sonucunda da kendi ürettiğimiz birşey yok. 
13 senede kaç TÜRRAŞ ve Petkim yapıldı, soruyorum. Almanya 2. Dünya Savaşından sonra üretimle ayağa kalktı.
RÖPORTAJ: Cevher İLHAN, Mehmet KARA, Melih TEKİN

17 Eylül 2015 Perşembe

TIMETURK 17 EYLÜL 2015 // Adnan Menderes kimdir ve niçin asıldı?

Adnan Menderes kimdir ve niçin asıldı?
17.09.2015 12:49:32

Adnan Menderes kimdir ve niçin asıldı?

İstiklal Madalyası sahibi olan Adnan Menderes, 27 Mayıs Darbesi'nin ardından 17 Eylül 1961 tarihinde asılarak idam edildi.

TRTTURK.COM'un haberine göre, Adnan Menderes, 27 Mayıs darbesini yapan cuntacıların kurduğu Yüksek Adalet Divanı'nda 9 ay yargılandıktan sonra idam cezası aldı. Bugün Adnan Menderes'in idamının üstünden ise tam 54 yıl geçti. 17 Eylül 1961 yılında İmralı Adası'nda asılarak idam edilen Adnan Menderes kimdi? Neden idam edildi? İşte, Türkiye'nin en karışık olaylarını yaşandığı dönemde başbakanlık yapan Adnan Menderes'in hayatı…
Tam adı Ali Adnan Ertekin Menderes olan Adnan Menderes, 1899 yılında Aydın'da varlıklı bir çiftçinin oğlu olarak dünyaya geldi. Okul hayatına, İzmir İttihat ve Terakki Mektebi'nde başlayan Menderes, eğitimini daha sonra İzmir Amerikan Koleji'nde devam ettirdi. 1931 yılında CHP Aydın milletvekili seçildikten sonra ise Ankara Hukuk Fakültesi'ne girerek, 1935 yılında mezun oldu. Yedek subay eğitimi almasına karşı, Birinci Dünya Savaşı'na sıtma hastalığına yakalandığı için katılamayan Menderes, Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği başarılardan ötürü İstiklal Madalyası almaya değer görüldü. İzmir'in ünlü ailelerinden, Evliyazade Fatma Berin Hanım ile 1929 yılında evlendi ve Yüksel, Mutlu, Aydın olmak üzere üç oğlu oldu.
Cumhuriyet Halk Partisi dönemi
Adnan Menderes, 1930 yılında kısa süreli de olsa Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın bir kolunu organize etti. Partinin kendini feshetmesinden sonra ise Cumhuriyet Halk Partisi'ne geçti ve 1931 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'nden Aydın milletvekili olarak seçildi. Menderes, o dönemlerde en sert çıkışını, "çiftçiyi topraklandırma yasası" görüşülürken yaptı. Bu çıkış sonrasında ise Menderes, parti içi muhalefetten dolayı 1945 yılında CHP'den ihraç edildi.
Yeni parti heyecanı
CHP'den 1945 yılında Celâl Bayar, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan ile birlikte ihraç edilen Menderes, Demokrat Parti'yi kurdu. 1947'de yapılması gereken seçimler CHP tarafından bir yıl öne alındı. 1946 yılında CHP yüzde 85 oy ile seçimi kazandı. Menderes Demokrat Partisi aracılığı ile Kütahya milletvekili olarak tekrar meclise girdi. ‘Beyaz Devrim' olarak adlandırılan 1950 seçimlerinde hilesiz hurdasız olarak DP genel başkalığına seçildi. On yıl başkanlık etti. Bu on yıllık sürede Türkiye'de çok ciddi olaylar gelişti.
6-7 Eylül olayları
Türkiye siyasi tarihine 6-7 Eylül olayları olarak geçen, azınlıklara karşı gerçekleştirilen olaylarda Menderes'i yıpratan sürecin içinde en önemlilerinden biri olarak gösteriliyor. Kıbrıs konusunda Londra'da ikinci tur görüşmeler yapılırken, 6 Eylül 1955 gecesi İstanbul'da bazı gazetelerin Selanik'te Atatürk'ün evine bomba atıldığını yazması üzerine özelikle Rumlara karşı yönelen olaylarda, 73 kilise, 8 ayazma, 1 havra, 2 manastır, 4 bin 340 dükkan, 110 otel ve lokanta, 21 fabrika ve 3 bin 600 ev saldırıya uğradı, 1 papaz olaylar sırasında öldürüldü. Bu olaylar sebebiyle TBMM olağanüstü toplandı. Hükümet adına konuşan Başbakan yardımcısı Fuad Köprülü hükümetin olaylardan haberi olduğunu ancak gün ve saatinin muayyen olmadığını açıkladı.
Öğrenci hareketleri ülkeye karıştırdı
1960 yılında talebe hareketlerinin fazlalaşması, hoşnutsuz grupların devleti devamlı memleketi iç karışıklıklara sürüklemesi sonucu, Silahlı Kuvvetlerin ihtilal yapmasına sebep oldu. TSK'nın 27 Mayıs 1960 günü açıklama yaptığı sırada Eskişehir'de bulunan Adnan Menderes ve yanında bulunan siyasetçi arkadaşları tutuklanarak, Ankara'ya getirildiler. Ankara'da bir süre tutulan Menderes, sonra Yassıada'ya yargılanmak üzere gönderildi.
Yüksek Adalet Divanı'nın idam kararı
27 Mayıs darbesini yapan cuntacıların özel olarak kurdukları mahkeme olan Yüksek Adalet Divanı, 9 ay 27 gün boyunca Menderes ve beraberindeki siyasetçileri yargıladı. Yargılama süreci sonunda 14 kişinin idamına, 31 kişinin de ömür boyu hapse mahkum edilmesine karar verdi. Ancak, Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesi; Celal Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti. Celal Bayar'ın cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse Geri kalan 418 sanığa ise 6 ay ile 20 yıl arasında değişen hapis cezaları veya beraat kararı verildi.
İmralı Adası'nda son gün
Menderes, hakkında karar, Milli Birlik Komitesince onaylanınca, 17 Eylül 1961'de İmralı Adası'nda idam edildi. 29 yıl sonra ise bir kararla 17 Eylül 1990 yılında naaşları Cumhurbaşkanı ve devlet erkanın katıldığı bir törenle İmralı'dan alınarak, İstanbul'da Adnan Menderes Bulvarı Topkapı çıkışında yapılan Anıt Mezara nakledildi.
Menderes'e yöneltilen suçlamalar
Menderes, 13 ayrı davadan yargılandı ve Bebek Davası dışındaki bütün davalardan suçlu bulundu.
-Örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmekten yargılandı.
-6-7 Eylül Olayları'na önceden haberi olduğu halde müdahale etmemek.
-Kurulan bir örgütü (Vatan Cephesi) başka bir sınıf üzerinde baskı aracı olarak kullanmak.
-Vinileks firmasına Türkiye Vakıflar Bankası'ndan kredi verdirmekle suçlandı.
-İstanbul'da Bulvar ve yol açmak için pek çok vatandaşın evini, parasını geciktirerek ya da hiç ödemeden istimlak etmek.
-Kanuna aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırtmak.
-Bazı muhalefet milletvekillerinin ve muhalefet liderinin seyahat özgürlüğünü kısıtlamak.
-Döviz Yasası'nı ihlal etmek.
-Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak.
-Halkı Demokrat İzmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek.
-Kırşehir'in haksız olarak ilçe yapılması.
-Yargı bağımsızlığının ihlali.
-1957 seçimlerinin erkene alınarak, kanuna aykırı olarak tarihinin değiştirilmesi.
-Tahkikat Komisyonu'nun kurulup olağanüstü yetkilerle donatılması.
-CHP'nin mallarına "haksız" yere el konulduğu iddiaları.
-Anayasa ihlali.

20 Mayıs 2015 Çarşamba

14 Mayıs’ta Yassıada’ya Gidenler; Mehmet Arif DEMİRER - (ANAYURT Gazetesi, 18 Mayıs 2015 – Pazartesi)

14 Mayıs’ta Yassıada’ya Gidenler
Mehmet Arif DEMİRER
(ANAYURT Gazetesi, 18 Mayıs 2015 – Pazartesi)
14 Mayıs 1950, gerçek anlamda bir bayram günü gibi idi. ZAFER Gazetesi’nin manşeti: “Türk Milleti Nihayet Beklediği Güne Erişti – 9 Milyon Vatandaş Rey Veriyor” idi. CHP İktidarının çoğunluğunun tercihi doğrultusunda hazırlanan yeni seçim kanunu (illerde çoğunluğu alan parti tüm milletvekilliklerini kazanıyordu) ile düzgün bir seçim yapılmış ve iktidar, CHP’den  koparak doğan Demokrat Parti’ye geçmişti. Her şey sorunsuz ve pürüzsüz olmuş, tüm dünya ülkeleri Türkiye’yi bu demokratik başarısı nedeniyle tebrik etmişti.
14 Mayıs 1969 da olağanüstü bir gündü. Türkiye’nin Üçüncü Cumhurbaşkanı, ATATÜRK’ün son Başbakanı Bayar, 27 Mayıs’ın yaralarını sarmak ve o talihsiz olayın dosyasını kapatmak üzere Türkiye’nin İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü Pembe Köşk’te ziyaret etmişti.   
Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950’den sonra iki seçime daha girmişti: 2 Mayıs 1954 ve 27 Ekim 1957. DP’nin üç seçim ortalaması oyu % 54 idi. Üçüncü seçime hazırlanırken, erken seçimi de ilan etmiş iken, 27 Mayıs darbesi yapılmış, Yassıada’da bir hukuk rezaleti, idamlar, ömür boyu hapis cezaları vd. yaşanmıştı.
Türkiye, 27 Mayısın ardından zor dönemlerden geçmiş, peş peşe gelen askeri müdahaleleri de yaşadıktan sonra 1987 seçimlerinde bölünmüş Merkez Sağ, Özal’ın ANAP’ı ve Demirel’in DYP’si ile toplamda yeniden % 54’ü bulmuş, 13.3 milyon oy toplamıştı.
Ardından önce Özal, daha sonra Demirel Çankaya’ya çıkıp partilerini beceriksizlere (Mesut Yılmaz ve Bn. Çiller) bırakınca % 54  oy eridi gitti; 2011 seçimlerinde % 0.65, 300 bin oy !
Aydın Menderes, 1995 yılında “Mezara kadar Refah” diye DP’yi terk ettiğinde, günün birinde koskoca Merkez Sağ’ın adım adım Refah’ın yavrusu AKP’ye yamanacağını düşünmüş müydü, acaba?
Ben, Merkez Sağ felsefesiyle AKP’yi bir arada göremediğim için, ‘14 Mayıs 2015’ başlığı altında bir buluşma önerdim: Bayar Vakfı ile 2015 Duvar Takviminin kapağına İnönü ile Bayar’ın çok ilginç bir fotoğrafını koymuş İnönü Vakfı’nın Pembe Köşk’te buluşmaları ve o buluşmada, Merkez Sağ seçmenlerine şu çağrı:
7 Haziran seçiminde oyunu CHP’ye ver ki, ziyan olmasın; ardından da partine sahip çık, Demokrat Parti ve Merkez Sağ’ı ayağa kaldır.”
Çağrıyı ben yapacaktım. Çünkü inanıyorum ki, Merkez Sağ eski seçmenleri AKP’den koparılmadıkça, DP’nin; bırakın % 54’ü, % 5.4’ü bile bir daha yakalaması mümkün değil. Bayar-Menderes ve arkadaşlarının kemikleri sızlıyor olmalı. 
İnönü Vakfı kabul etti. Bayar Vakfı etmedi. 15 Mayıs 2015 günü yandaş medyada gördük ki, başka randevuları varmış. Aydın Menderes’in eşi Hanımefendi ile birlikte Bayar Vakfı yöneticisi ve Bayar’ın torunu, 14 Mayıs günü AKP ile Yassıada’ya gitmişler. 14 Mayıs 2015 günü Yassıada’ya giden torun, 2010 referandumunda da ‘EVET’ demişti. Başka yorum yok.
DOĞU PERİNÇEK’in PEŞİNDEN GİDENLER
1974 Yılı Haziran ayında mahkemede hakim huzurunda şunları söyleyen, daha sonra SAVUNMA başlıklı kitapta yayımlayan Doğu Perinçek, bugün nasıl ATATÜRK’çü oldu:
“Biz, Kemalist diktatörlük tarafından demokrasi isteği ve teşkilatlanması zorbalıkla bastırılan işçi sınıfının ve bütün Türkiye halkının, kurşunlanan işçilerin, insafsızca sömürülen köylülerin, defalarca katledilen Kürt milliyetinden halkın temsilcileriyiz. Bütün bunları uygulayan burjuvazi sınıf diktatörlüğünün başındaki ATATÜRK’e karşıyız.”
Bugün, “Vatan Partisi ATATÜRK CUMHURİYETİ için Ankara’da buluşuyor” diyenler önce 1974’de söylediklerinin hesabını vermelidirler.
Ne oldu da bugün Merkez Sağ politikacıları, gazetesi Aydınlık’ta sık sık Nazım Hikmet üzerinden Menderes’e sövdüren (“Milletimin en talihsiz gecesi ana rahmine düştüğünüz gecedir, Adnan Bey”) Doğu Perinçek’in peşinden gidebiliyorlar?
Doğu Perinçek’in peşindekiler Vatan Partisi’ni bu bağlamda değerlendirmelidirler. 

Tarihi ve Kadim AP (Adalet Partisi) Gençlik Kolları Genel Başkanı Naci AKIN: "DEMOKRASİ'Yİ ARAR HALE GELDİK" (14 Mayıs 2015-Ankara)

AP Gençlik Kolları
Genel Başkanı
Naci AKIN
AKIN: DEMOKRASİ'Yİ ARAR HALE GELDİK
Akın 7 Haziran seçimlerinde roller değişmiş de olsa halkın yeni bir 14 Mayıs zaferi yaşatacağına inandığını belirtti.
Halkın oligarşik dikta yönetimine ve tek parti sultasına son vererek Türkiye’de ilk kez iktidarın kansız, darbesiz, hilesiz ve entrikasız değiştiği gün olduğu kabul edilen ve yıllardır Demokrasi Bayramı olarak kutlanan 14 Mayıs 1950 seçimlerinin yıl dönümü Ankara’da kutlandı.
Demokrat Eğitimciler Sendikası, Kemalist Atılım Birliği ve Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin ortaklaşa düzenlediği toplantı Ankara Kıbrıs Evinde gerçekleştirildi. Eski Bakanlardan Esat Kıratlıoğlu, AP Gençlik Kolları Genel Başkanı Naci Akın, Prof Dr. Anıl Çeçen, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı Ali Bulunç’un konuşmaları toplantıya renk kattı.
Prof. Dr. Anıl Çeçen Demokrat Partinin dış politika anlayışıyla, Orta Doğu’da ve bölgede huzur ve barışı tesis ettiğini, ancak Sovyetlerin Irak’ta Saddam darbesini, Suriye’de ise Esat darbesini destekleyerek bu statükoyu değiştirdiğini ifade etti. Buna karşılık A.B.D’nin İsrail’in de çıkarları doğrultusunda Türkiye’nin Irak’a ve Suriye’ye girmesini istediğini söyleyen Çeçen Menderes Hükümetinin onurlu bir duruş sergileyerek milli çıkarlarını koruduğunu belirtti.
Türkiye Irak’a girseydi Sovyetlerin de Kars ve Ardahan’a gireceklerini beyan ettiğini söyleyen Çeçen Menderes’in dik duruşuyla ülkeyi büyük bir felaketten kurtardığını fakat bu duruşunun 27 Mayıs darbesine yol açtığının altını çizdi.
Ali Bulunç ise KKTC’nin varlığını Zorlu ve Menderes’e borçlu olduklarını ifade ederek, Lozan’da terk ettiğimiz Kıbrıs Menderes ve Zorlu'nun olağanüstü diplomatik becerileri sayesinde yeniden Türkiye’nin söz sahibi olduğu topraklar haline getirilmiştir dedi.
Demokrat Parti camiasının duayenlerinden Esat Kıratlıoğlu da henüz lise talebesiyken 14 Mayıs zaferine tanık olduğunu, evdeki coşkuyu tarif etmenin mümkün olmadığını belirterek, DP iktidarının hürriyet içinde kalkınma yolunda büyük işler başardığını dile getirdi.
Son olarak kürsüye gelen Naci Akın, 14 Mayıs’ın sadece siyasal bir hadise olmadığını, bunun sosyolojik bir vaka ve siyasal iletişimin tezahürü olduğunu söyledi ve bu Demokrat Partinin değil halkın zaferidir dedi. Akın konuşmasında, 14 Mayısta halk oligarşik diktaya, tek adama dayalı milli şeflik rejimine, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, kayırmacılığa, jandarma ve tahsildar baskılarına dur demiş, tebaa olmaktan kurtulup vatandaş olma yolunda adım atmış, demokrasi, hürriyet, adalet ve eşitlik taleplerini gerçekleştirme yolunda önemli bir merhaleyi aşmıştır dedi.
14 Mayısta Demokrat Partinin sadece rakibi CHP ile değil, devletin gücüyle, Valilerle, Kaymakamlarla, devletin kurumları ve Cumhurbaşkanı, Milli Şef İnönü ile de yarıştığını kaydeden Akın bugün de muhalefet partileri aynı zorluklarla karşı karşıyadır dedi. 14 Mayısın 65. Yılında hala hürriyetlerin yok edilmeye çalışılması, hukukun üstünlüğü ve adil yargılamanın zaafa uğratıldığı, demokrasi, eşitlik ve adalet ilkelerinin aranır hale geldiği
konuşuluyorsa, Cumhur Başkanının anayasanın açık hükmüne rağmen meydan, meydan gezerek seçimlerin sonuçlarına tesir edecek konuşmalar yapıyorsa, bugün 14 Mayıs şartları devam ediyor demektir diye konuşmasını sürdüren Akın 7 Haziran seçimlerinde roller değişmiş de olsa halkın yeni bir 14 Mayıs zaferi yaşatacağına inandığını belirtti.
DP Eski GİK üyesi Mehmet Arif Demirer' de DP’nin ekonomik alandaki hamlelerinden söz etti.
Demokrat Parti Genel Merkezi ve taşra teşkilatlarının bugünün anlam ve önemine yönelik hiçbir etkinlik düzenlememiş olması katılımcılar arsında yadırgandı. Toplantıya katılanlar Türkiye’ye demokrasiyi getirmiş, ülkenin kalkınmasını sağlamış, yaptığı hizmetler ile milletin sevgilisi olmuş 69 yıllık geleneğin basiretsiz ve beceriksiz ellerde yok edilmesinden duydukları üzüntüyü de dile getirmekten geri kalmadılar.

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Beyaz İhtilâl ve Milli Demokrasi Bayramı'nın 65. Yılı Demokratlar Tarafından Kutlandı. ("ULUSAL HABER" Gazetesi, 15 05 2015 - Türkiye)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ "MİLLİ DEMOKRASİ BAYRAMI"NIN 65. YILI ÖNEMLİ ETKİNLİK VE COŞKULU TÖRENLERLE ANILDI VE KUTLANDI!...

Eskimeyen (Nevşehir) Milletvekili ve
Bir Dönemlerin Efsanesi; Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Esat KIRATLIOĞLU
07 Ocak 1946'da, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Baş Vekili Mahmut Celâl BAYAR, Ali Adnan MENDERES ve arkadaşları tarafından kurulan, tarihi ve kadim (gerçek) Demokrat Parti'nin 14 Mayıs 1950'de gerçekleştirdiği.; Cumhuriyet tarihinin en büyük halk hareketi'nin 65 yılı, başta Ankara olmak üzere, bütün Türkiye'de (Özellikle iktidar partisi ve muhalefetin katılmadığı) önemli etkinlikler ve yoğun coşkuyla kutlandı.
Tarihe BEYAZ İHTİLÂL ve TÜRK "MİLLİ DEMOKRASİ BAYRAMI" olarak geçen;
Ayrıca "Atatürk İlkeleri ve Türk İnkılâbı'nın Büyük Zaferi" biçiminde nitelenen 14 Mayıs'ın 65. yıldönümü Ankara'da:, Demokratlar Kulübü Başkanlığı, DESAM (Demokrat Eğitimciler Sendikası), Demokrasi ve Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi, Kemalist Atılım Birliği, Kıbrıs Türk Kültür Derneği, Toplumsal Düşünce Derneği,  Ulusal Haber Gazetesi Adına Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Yayın Müdürü Zekeriya Tümer ile diğer kurum ve kuruluşları temsilen etkinliğe katılan çok nitelikli bir topluluk tarafından izlendi, coşkuyla idrak edildi ve kutlandı.
"14 Mayıs 1950 ATATÜRK İlkeleri ve Türk İnkılâbının Demokrasi Zaferidir" konulu konferans, aynı gün (14 Mayıs 2015-Perşembe) saat: 18.30'da Kıbrıs Türk Kültür Derneği (Tuna Caddesi, Halk Sokak, No: 17, Sıhhiye Çok Katlı Otopark Arkası, Yenişehir-ANKARA adresindeki) Salonunda başladı. 
Açılış konuşması Kemalist Atılım Birliği Genel Başkanı Mete İzzet ÖZCANOĞLU tarafından yapıldıktan sonra sırasıyla: 
* Bir zamanların efsane Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Demokratlar Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi ve (eskimeyen) Nevşehir Milletvekili Esat KIRATLIOĞLU;
* Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve "ANKARA KALESİ" Kitap Serisinin Yazarı Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN;
* Demokrat Partinin En Aktif ve En Başarılı Genel Başkan Yardımcılarından; Saygın İş Adamı, Araştırmacı, Gazeteci-Yazar, Demokrat Türkiye Dergisinin Sahibi Mehmet Arif DEMİRER;
* Kıbrıs Fatihleri ve İsimleri Şanlı Tarihe "KIBRIS MÜCAHİDLERİ" Olarak Yazılan Dr. Fazıl KÜK ve Dr. Rauf DENKTAŞ'ın En Yakın Dava ve Mücadele Arkadaşı; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin İlk Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı Zeki BULUNÇ, 
* KKTC (eski) Meclis Başkanı Hakkı ATUN'un değerli kardeşi; Türk Silâhlı Kuvvetlerinden Emekli; Şerefli ve Şanlı Bir General (Emekli Tümgeneral) Fikret ATUN ve...
* Ankara 1. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı; Tarihi, Kadim ve Güncel Demokrat Parti Camiasının Sevilen ve Saygın Bilim İnsanı; Makine Yüksek Mühendisi, Araştırmacı-Gazetecİ, Yazar Ahmet (Yalvaç) YALAVAÇ;
Günün anlam, önem ve değerini açıklayan konuşmaları ile konferansı onurlandırdılar.
Toplantı Mete İzzet ÖZCANOĞLU'nun kapanış konuşması ile son buldu. 
(Haber ve fotoğraflar: Ulusal Haber & Ulusal Ajans adına Zekeriya TÜMER, 15 Mayıs 2015-Ankara)

14 Mayıs 1950 "ATATÜRK İlkeleri ve Türk İnkılâbı'nın Demokrasi Zaferidir" konulu etkinlikten kareler; Fotoğraflar Zekeriya TÜMER (Ulusal Haber)

14 Mayıs 1950 "ATATÜRK İlkeleri ve Türk İnkılâbı'nın Demokrasi Zaferidir"
Toplantıyı, KEMALİST ATILIM BİRLİĞİ Genel Başkanı
Mete İzzet ÖZCANOĞLU yönetti
Mehmet Arif DEMİRER & Ankara 1. Bölge Milletvekili Adayı Ahmet YALVAÇ
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN, KKTC (eski) Büyükelçisi Zeki BULUNÇ, Onursal DGM Başsavcısı Nusret DEMİRAL ve Sayın Bakan Esat KIRATLIOĞLU
Manisa TOBB ve DP'den Naci AKIN
Her daim Kırşehir Milletvekili, Demokratlar Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi ve Meşhur Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Esat KIRATLIOĞLU  

Ankara Kalesi'nden ve en hakiki Demokratlardan Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN 
Aktif ve Aksiyoner Dönemlerin DP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Arif DEMİRER
O Bir MÜCAHİD, Milli Kahraman Dr. Rauf DENKTAŞ'ın Kader Arkadaşı ve KKTC'nin Kurucu (Türkiye) Büyükelçisi, Kıbrıs Türk Derneği Başkanı Zeki BULUNÇ

O'da Bir Efsane... DGM Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Nusret DEMİRAL
Ankara 1. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı, Kadim DP'li, Gazeteci-Yazar Ahmet YALVAÇ
14 Mayıs 1950 "ATATÜRK İlkeleri ve Türk İnkılâbı'nın Demokrasi Zaferidir" konulu ve 
14 Mayıs 2015 Perşembe günü Saat 18: 30’da Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nde (Tuna Cad. Halk Sokak No:17 Sıhhiye Çok Katlı Otopark Arkası Yenişehir/ANKARA)  Demokrat Eğitimciler Sendikası ile Kemalist Atılım Birliği önderliğinde yapılan etkinlikten kareler; Fotoğraflar Zekeriya TÜMER (Ulusal Haber) 

14 Mayıs 2015 Perşembe

SAMET OCAKOĞLU: "14 MAYıs Resmi ‘Demokrasi Bayramı' İlan Edilsin"

14 MAYıs Resmi ‘Demokrasi Bayramı' İlan Edilsin
14 MAYıs Resmi ‘Demokrasi Bayramı' İlan Edilsin

Demokrat Parti (DP) eski GİK üyesi Samet Ocakoğlu, 14 Mayıs’ın resmi ‘Demokrasi Bayramı’ olarak ilan edilmesini istedi.
DP misyonunun ileri gelen isimlerinden olan Samet Ocakoğlu, DP’nin iktidar olduğu 14 Mayıs 1950 tarihinin Türkiye’ye için önemli bir dönüm noktası olduğuna işaret ederek, “14 Mayıs tarihi demokrasiye, milli iradeye, demokratik parlamenter rejime ve hukuka saygısı olan herkesin ihtiram duyguları ile andığı 14 Mayıs 1950’nin yıldönümüdür. Bu toprakların bütün değerleri ile harman olmuş muhterem şahsiyeti milli vicdanın vefa duygusunda muhafaza edilen merhum Başvekilimiz Adnan Menderes ve arkadaşlarının hak yolunda büyük yürüyüşünün en önemli merhalelerinden olan 14 Mayıs’ın resmi ‘14 Mayıs Demokrasi Bayramı’ olması iki nesildir ifade edilen milli dilek ve taleptir. İzmir’i ve bilahare merhum Başvekil Adnan Menderes’in ve merhum Namık Gedik’in memleketi Aydın ilimizi ziyaret edecek ve halkla buluşacak AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu Bey’in, Ege mitinglerinde ‘14 Mayıs Demokrasi Bayramı’ hakkındaki inşallah müjdesini ve 27 Mayıs 1960 askeri darbesi mağduru TBMM 11.dönemi DP gurubu üyelerinin mağduriyetlerinin giderilmesi hukuki hedefli davada talep ettiğim hak konusundaki değerlendirmelerini Egelilerin şahitliğinde bekliyoruz” diye konuştu.

12 Mayıs 2015 Salı

EFSANE ANILIYOR:, "BEYAZ İHTİLÂL VE DEMOKRASİ BAYRAMI'NDA 65. YIL" !...


TOPLANTI DUYURUSU

14 Mayıs 1950

"ATATÜRK İlkeleri ve Türk İnkılâbı'nın Demokrasi Zaferidir"

14 Mayıs 2015 Perşembe günü Saat 18: 30’da Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nde buluşuyoruz.

Tuna Cad. Halk Sokak No:17 Sıhhiye Çok Katlı Otopark Arkası Yenişehir/ANKARA

Demokrat Eğitimciler Sendikası / Kemalist Atılım Birliği
























11 Mayıs 2015 Pazartesi

KONFERANS: "SİYASİ TARİHİMİZDE 14 MAYIS"

İSTANBUL
MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ
Siyasi Tarihimizde 14 Mayıs
Üniversitemizde 15 Mayıs 2015 Cuma günü Milli Eğitim Bakanımız Nabi Avcı’nın katılımıyla “Siyasi Tarihimizde 14 Mayıs” başlıklı bir konferans düzenlenecek. Türkiye’nin demokrasi tarihindeki önemli dönemeçlerden biri olan 14 Mayıs’ın yıldönümü münasebetiyle düzenlenen konferans Maltepe Yerleşkemizin Konferans Salonu'nda gerçekleştirilecek.
Program:
Açılış Konuşması: 11:00-11:10
Prof. Dr. M. İhsan Karaman, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü
Konferans: 11:10- 11:50
Prof. Dr. Nabi Avcı, Milli Eğitim Bakanı
Tarih: 15 Mayıs 2015 Cuma,          Saat: 11:00
Yer:  İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Maltepe Yerleşkesi Konferans Salonu
Adres: Cevizli Mahallesi Gürbüz Sokak No: 6 Maltepe/İstanbul

25 Nisan 2015 Cumartesi

Demokratlar Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi ve 14. Dönem Bursa Milletvekili Av. Ertuğrul MAT; "TARİHE NOT DÜŞTÜ"

Avukat Ertuğrul MAT, KİTAP ::: "Demokrasi Yolunda Karınca Misali" Cilt: I & II,
SEVGİLİ KARIM FATOŞ’A
“Sen olmasaydın ben yanlışta kalırdım,
sen olmasaydın ben günahta kalırdım;
sen olmasaydın ben karanlıkta
kalırdım; sen olmasaydın ben hayatın
dışında kalırdım.”  derdim.
Tanıştığımız ilk günden beri, birbirimizin elini hiç bırakmamıştık. Sonra sen beni incitmemeye çalışarak yavaş yavaş elini avucumun içinden çekip “Hakka yalnız yürünür “ dedin. Ve beni karanlıkta bıraktın. Yolun Allah’ın rahmetiyle dolsun, yardımcın hazreti Muhammedin şefaati, menzilin cennetin kapısı, kavuşmamız yakın olsun. Birbirini seven iki kişiden birinin ölmesi, önden gidip diğerini beklemesidir.
ERİŞİM, İLETİŞİM, VE "KİTAP İSTEK" BİLGİLERİ
BU KİTAP "TARİHE NOT DÜŞMEK İÇİN" YAZILMIŞTIR. BU NEDENLE ÜCRETSİZDİR
Ertuğrul MAT, Avukat - 14. Dönem Bursa Milletvekili
                 Nasuh Akar Mahallesi 1407. Sokak, Dostlar Sitesi A-Blok, No: 5/15 - Kat: 1                  06520 - Çankaya / ANKARA
TEL:  0312 28512 51  -  FAKS:  0312 286 63 25
GSM:  0 532 261 99 90  -  e.MAİL:  ertugrulmat@gmail.com
SUNUŞ
Bu kitapta, son elli yılın Bursa’sından, Bursa’nın politik yapısından, bazı Bursalı politikacı çehrelerinden kesitler bulacaksınız. Bursa’da 1962’de başlayan demokrasi yolculuğumuzun hikâyesini, tabii ki kendi görüş ve yorumlarımızla anlatmaya çalışacağız. 27 Mayıs ihtilâlinden sonra 1961 de başlayan seçimlerden bugüne, demokrasiye ulaşmaya çalışıyoruz. Kâbe’ye doğru yola çıkan karınca misali, tam demokrasiye ulaşmanın kolay olmadığını bile bile bu yola çıkmış, bu yolda ölmeyi göze alınışın hikayesidir bu.
İnsanların geçmişlerine projektör tutulmasından hoşlanmadıklarını, kendimden biliyorum. Bu yüzden  geçmişteki son elli yıla tutulan projektörün aydınlattığı olayların, sadece bazı dostların veya bazı karşıtların çehresini değil; aynı zamanda,  ayna karşısında gördüğüm  çehrenin geçmişini de aydınlatıp, bana göstermesini  istedim.
Avukat Ertuğrul MAT, 14. Dönem Bursa Milletvekili
Politika sadece partiler arası bir kavga değil, aynı zamanda parti içi bir kavgadır da. Bu yüzden değirmen  gibi dost ve dostluk öğütür. Beraber yola çıktıklarınızla, yolun sonunda, bir gün yarışmak mecburiyetinde kalır; kazanma ve daha öne geçme hırsıyla politikanın gereği gibi görünen şeyin, karakteriniz, ahlaki kurallarınız ve inançlarınız üzerinde ne kadar tahripkâr bir tesir icra ettiğini, o projektörün  aydınlattığı  sizin ve arkadaşlarınızın geçmişinde görürsünüz.
Politikada yaşadıklarımız anlatılırken bazı eski dostlara haksızlık yaptığımızı düşünmeyiniz; niyetimiz Onların veya bazı karşıtlarımızın hatıralarını zedelemek değil. Çünkü anlatılan, politikacının kirliliği değil; politikanın insan karakterleri üzerindeki tesirleridir.
Yarım asrı aşan bu süreç içinde Bursa’yı parlamentoda temsil etmek şerefine 135 milletvekili ve 8 senatör ulaşmıştır.  Lütfen bir düşününüz, kaçını hatırlıyorsunuz? Unutmayınız,  hatırlananlar, iz bırakanlardır. Bana göre, 1980 öncesinden İhsan Sabri Çağlayangil, Şeref Kayalar,  Ahmet Türkel, Mehmet Turgut, Kasım Önadım, Cemal Külahlı,  Barlas Küntay,  Sadrettin Çanga, İbrahim Öktem. 1980 sonrası dönemden ise, Turhan Tayan, Cavit Çağlar, Mehmet Gazioğlu,  Abdülkadir Çenkçiler,  Fethi Akkoç, Ertuğrul Yalçınbayır, Faruk Çelik ve Bülent Arınç iz bırakanlardandır.
Politikada, parti içi mücadele dengelerinin neticesinde, bazıları parlamentoya birkaç dönem gitmek fırsatı bulurlar. Ama renksiz oldukları için iz bırakmazlar.  Az seçilenlerden bazıları da, Kemal Paşazadenin Yavuz Sultan Selim için söylediği gibi,“ikindi güneşi gibi,  ömürleri az,  gölgeleri uzun ” olanlardır. Tarih çok seçilenleri değil, iz bırakanları yazar.
“ Ya sen? ” diyecek olursanız. Bilmiyorum...
Avukat Ertuğrul MAT, 14. Dönem Bursa Milletvekili
Bazen kendi kendime, “ Eğer  parlamentodan ayrılmandan tam kırk sene sonra, Bursa basının Erdal Özdür,  Ahmet Emin Yılmaz, Dr. Murat Kuter gibi usta kalemleri senden  bahseden yazılar yazıyorsa   “diye düşünüyor, mutlu oluyorum . Bazen de , “ Bursa Ansiklopedisini yazmak iddiasını taşımış bir kalem, ‘Ertuğrul Mat-Avukat-Bursa Milletvekili-Emlakçı-Silahlı saldırıya uğradı-Yaralandı. 20 Ağustos 1975'te Hürses 'i yayımlamaya başladı 16 Şubat 1976'da gazetesinin adını “Milletindir Hakimiyet olarak değiştirdi’ diye yalan yanlış hatırlıyor, seni emlakçı Necati Sevinç ve çıkarmaya çalıştığı gazetelerle karıştırıyorsa;  Millet Gazetesini de, sadece Kamil Koç’un  bir gazetesi olarak yazıyor, ilk yazısı  15 Haziran 1962’ de neşredildikten sonra on seneye yakın bir zaman köşe yazısı yazmış, siyasi polemiklere imza atmış, Mehmet Ohri’den sonra yaşayan en yaşlı  basın mensubu olmana rağmen gazeteci sayılmıyorsan , ‘Mutlu olmaya hakkın yok ‘ diyor ve hayıflanıyorum. Sonra arkama dönüyor, gölgeme bakıyorum; gördüklerimi, size de bu kitapta  gösterebilirsem, Ertuğrul Mat’ın gölgesinin uzun mu, kısa mı olduğuna kendiniz karar verirsiniz. Saygılarımla., Ertuğrul MAT
Avukat Ertuğrul MAT
BURSA GÜNLERİ
Bursa’da Kendime Yeni Bir Siyaset Dünyası Kuracaktım...
Askerlikten tezkere alıp İstanbul’a döndüğümde, Yassıada davaları devam ediyordu. Siyaset arkadaşlarımın bir çoğu ya Balmumcu’ ya tıkılmış,  ya da memleketlerinde soluğu almışlardı. İstanbul’da yapayalnız kalmıştım. Oysaki siyaset yalnız yapılmazdı.
Ben de Sezar’ın, “ Roma’da üçüncü olmaktansa, Galya’da birinci olurum” sözünü hatırlamış, Bursa’ya gitmeye karar vermiştim. Orada kendime yeni bir dünya kuracak,  yeni, mücadele arkadaşları edinecektim. Bursa’da teyzemler ve dayımlardan başka kimseyi tanımıyordum. Kader bu ya, teyzemin çocukları Adalet Partisi’ni,  dayımın çocukları da CHP’ni tutuyorlardı.
Teyzemin oğlu Recep Barışıcı hayata pozitif bakar,  insana enerji verirdi. Bursa’da siyasi ve adli dünyada yer almamda çok tesiri olmuştu. Siyasetle fiilen ilgilenmezdi amma,  siyaset dışı hayata bakışımız birbirine çok benzerdi. Aşka inanır,  “ aşk için yaşanır” diyen romantiklerdendik. Bu inançlarımızla mutluluğu da yakalamıştık. . Teyzemin diğer oğlu Rüştü o günlerde İstanbul’da okuyordu. İlerde siyasetle meşgul olacak, Bursa Belediyesi ve Bursa Ticaret Odası Meclis’lerinde kendisine saygın bir yer edinecekti.
Avukat Ertuğrul MAT,
Dayımın büyük oğlu Nurettin Ağabey hem CHP içinde bir ağırlığa sahipti,  hem de CHP’yi tutan Yeni Ant Gazetesinde Bedii Faik, Doğan Nadi tarzında bir iki cümlelik küçük fıkralar yazardı. Bursa günlerimde dayızadelerimle sık sık bir araya gelir,  aile bağlarının siyaseti dışarıda bırakan gücüyle güzel anlar yaşardık.
O zamanlar Bursa’da ipek kozaları vardı. Zamanı gelince Koza Han’da kozalar sergilenir,  bir nevi koza borsası kurulurdu.
İpek böceği(tırtıl) kozasını ördükten sonra, kozayı parçalayıp dışarı çıkar. Koza parçalanınca ipek iplikleri ziyan olur. Bunun için ipek böceğinin (tırtılın) kozayı parçalamasına imkân vermeden, kozalar sıcak suya atılıp içindeki ipek böceği öldürülür. Ben de bir dut yaprağındaki tırtıl gibi, tek başıma Bursa’da siyasi kozamı örecektim. Önemli olan, politikanın kaynayan kazanında yanmadan, ördüğüm kozadan çıkıp Bursa politikasında yer almaktı.
Bu kitapta,  tek başına siyasi kozasını örmeye çalışan genç bir avukatın “ Bursa Günlerini”  okuyacaksınız.
“ Bursa’da zaman”  sadece “ Eski bir cami avlusu” nda oturmak ve “ Mermer  şadırvanda şakırdayan “  su sesini dinlemekle geçmemişti. Parti içi kavgalar,  yakanıza yapışan savcılar,  sırtınızı yere yapıştırmaya çalışan yazarlar,  en mühimi de,  dost bildiklerinizin sırtınıza sapladığı “ kara saplı bıçaklar” vardı bu zaman dilimi içinde. 
Bitmeyen bir saygı ve ve bitmeyen bir aşk!.
Erdal ABİ
erdalozdur@bursahakimiyet.com.tr
Sevgili Karım Fatoş'a
Sen olmasaydın ben yanlışta kalırdım, sen olmasaydın ben günahta kalırdım; sen olmasaydın ben karanlıkta kalırdım; sen olmasaydın ben hayatın dışında kalırdım.
Fatoş'um;
Birbirimizi tanıdığımız günden beri, birbirimizin elini hiç bırakmadık. Sonra sen beni incitmemeye çalışarak yavaş yavaş elini avucumun içinden çekip, "Hakka yalnız yürünür" dedin.
Yolun Allah'ın rahmeti ile dolsun, yardımcın Hazreti Muhammed'in şefaati, menzilin cennetin kapısı, kavuşmamız yakın olsun.
1962 yılı benim hayatımın en güzel hadiseleri ile doludur. 15 Haziran 1962'de Bursa Hakimiyet'te ilk köşe yazım çıkmış, 2 Aralık 1962'de Bursa'da stajımı bitirip yazıhane açmış ve avukatlığa başlamıştım.
Ve bunlardan daha da önemlisi 12 Aralık 1962'de Fatoş'la tanışmıştım.
Artık sadece gazeteye makale yazmıyor, İstanbul Laleli'deki Güneş Kız Talebe Yurdu'nda kalan Tıp Fakültesi talebesi Fatoş'a da mektuplar yazıyordum.
Avukat Ertuğrul MAT, 14. Dönem Bursa Milletvekili
O zamanlar, şimdiki gibi cep telefonları, 'Seni seviyorum' diye atılan SMS'ler yoktu. Heyecanla beklenen postacılar vardı.. Postacının uzattığı mektup zarfını görünce yüzlerde açılan güller ve açılan mektuptaki okunan her satırın, her kelimenin, her harfin mutlu ettiği gönüller vardı.
Hala duruyor o mektuplar ama açıp tekrar okuyamıyoruz.
Çünkü hergün birbirimize söyleyecek, bugüne kadar  hiç söylemediğimiz yeni sözler buluyoruz.
Bundan da hiç usanmadık. O mektuplar bir daha açılmadan, bizimle birlikte ebediyete intikal edecek."
Üstte okuduğunuz bu duyarlı satırlar doruklarda yaşanan ve bitmeyen bir sevgi ve saygının kahramanlarından olan, yıllar   öncede Hakimiyet Gazetesi'ndeki köşe yazılarıyla büyük ses getiren, 14. Dönem Adalet Partisi Bursa Milletvekili avukat Ertuğrul Mat'ın anılarını yazdığı kitabında yer alacak..
Mat'lar  yaşam ve mücadeleleriyle çevreye örnek mutlu bir çiftti.
Ertuğrul Mat, bir anı kitabı yazıyor..
Fatma MAT & Ertuğrul MAT
BASIN KARTI
Kitap bitmek üzereyken eşi vefat etti. Şimdi kitabın ilk sayfasında yer alacak üstteki bu yazı da sevgili eşi rahmetli Fatma Mat'a bir ithaf...
Ertuğrul Mat, Hakimiyet Gazetesi'ndeki köşe yazarlığından sonra yakın dostu Ahmet Cenkçiler'le satın aldığı Millet Gazetesi'nde de başyazarlık yaptı. Eşi rahmetli Fatma Mat gazetenin Yazı İşleri Müdürlüğü'nü üstlenmişti..
Fatma Mat, Bursa'da bir gazetenin 'ilk kadın yazı işleri müdürü' olarak sorumluluk üstlendi. Günlük gazete, Bursa'da ilk kez 6 sayfa yayınlanan etkin bir yayın organı   olmuştu.
Millet Gazetesi'nde çalıştığım dönemlerde benim de Yazı İşleri Müdürlüğümü yapan Fatma Mat son derece mütevazı yapısıyla büyük bir saygı, sevgi görürdü.
Bursa basınında 'ilk kadın yazı işleri müdürlüğü' yapan Fatma Hanım eşinin milletvekili seçilmesiyle başkente taşındı ama Bursa'da çeşitli sosyal yardım kuruluşlarında görev yaptığı arkadaşlarını unutmadı. Ertuğrul Mat'a ve tüm tanıyanlarına başsağlığı diliyorum.  Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun...